Kayıtlar

Bergamut kadar keyifli olmali hayat. Ilık bir çay içimi kadar rahat. Yakmayacak elini ağzını. Yudum yudum içerken kaygısızca. Sinemaya gidip komik, zeki, akıcı bir film seyretmek gibi olmalı hayat. Film bittiğinde hissettiğin kazanım gibi tatmin olma duygusu yaşatmalı. Kalkmakta olan treni kaçırmak gibi değil de, gittiğinde kalkmasına iki dakika var gibi olmalı. Multifocus gözlüğe alışmaya çalışmanın mideni bulandıran zor görüş açıları olmamalı. Uzağa bakarken yakın gözlüğünün üstünden bakıvermenin yalın alışkanlığını kullanmak gibi olmalı. Sürprizler zevkli olmalı. Ya da tekrarlayacağını bildiğin hatta emin olduğun sürprizleri haberli bir misafir bekler gibi beklemeli. Paniğe kapılmadan, güzel bir yemek ikram edecek olmanın hazırlığıyla karşılamalı kötü sürprizleri. Bunları artık sürpriz değil de hayatın olağanlığı gibi karşılamalı. Cam gibi kırılgan değil, taş gibi sağlam olmalı. Gelecekte yaşanacaklardan korkmamalı, yazılı bir tarife bakmaksızın kendinden emin yemek yapmaya başl...

Master bitti !

Bu blogu 18 Eylül 2012'de "Başlangıç" ismini verdiğim yazımla açmıştım. O günler doğumundan üniversiteyi bitirene kadar, iş seyahatleri dışında ve onun üniversitede İstanbul’da, yine aynı şehirde yurtta ve arkadaşlarıyla kiraladıkları evde kaldığı kısa süreler dışında hiç mi hiç ayrı kalmadığım sevgili kızımdan, canımın içinden, parçamdan ayrı kalacağım zamanların başlangıcıydı. Aramızda bir kıta, bir okyanus olacaktı. Yaşayacağı şehre 11 saatlik uçak, 3 saatlik otobüs yolculuğuyla ulaşılabilecekti. Bir sürü bilinmeze, yeniliğe gidiyordu ve yapayalnız kalacaktı. Şu an düşündüğümde bile göğsümde hissettiğim baskıyı tarif etmem imkansız. 23 yaşında ama benim için hala korunmasız  küçük çocuğumdu gözümde. Havaalanında yolculuğuna annesi ve kardeşi eşlik edecek olmasına rağmen babasına sarılıp sarılıp ağlaması çok çok iç burkucuydu. Babasını da çok ağlatmıştı bu durum. Hele ki Chicago Havaalanı’nda onu yerleştirip dönerken ki ayrılışımız! Bunları yazarken o günü hatırlıyoru...

Lucy

Resim
"Lucy" filmine gittim. Bir Fransız yapımı bilim kurgu filmi.  Lucy ismi, belirlenen ve insana en yakın olan dişiye verilen isim. Film için iyi seçim olmuş. Çünkü filmde sık sık tarih öncesi dönemlere, maymunlara, ejderhalara, dinazorlara yer verilmiş. Lucy'nin kanına karışan ve beyninin % 100'ünü kullanmasını sağlayan  sentetik CPH4 maddesinin bir bebeğin anne karnındaki nörolojik gelişimini sağlayan etken madde olduğu belirtiliyordu filmde.  Filmle ilgili eleştirilerde "bir bilimkurgu skandalı" lafı bile ediliyor. Aksiyonu bol bir film. Saçma yönü çok ama hoş vakit geçirtmesinin yanısıra düşündürücü de. Beyin kapasitemizin tamamını kullanabilseydik neler olurdu acaba diye düşünüyor insan doğal olarak.  Çinlilerle Fransızların bir sorunu mu var acaba? Neden Çinliler bu kadar kötü adam rolündeler filmde? Son zamanlarda Çince öğrenme daha doğrusu biraz alfabeyi çözme, biraz da Çince dinlerken duyduğum sesleri kavrama çabalarımın sonucunda onlara yakın...

Gürültü Patırtı

Resim
Sanırım 30 yıl kadar önce aşağıdaki yazı Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştı. O zaman bilgisayar kullanmıyorduk. Özenli bir el yazısıyla kağıda geçirmiştim. Ara sıra okurdum. Çalıştığım yıllarda fotokopi çektirip arkadaşlarıma dağıtmıştım. Beni kendisine yakın bulan bir arkadaşımın fotokopiyi sadece kendisine değil, pek çok kişiye vermiş olmamdan dolayı bana bozulduğunu hatırlıyorum. Demek ki değerli bulmuştu ve başkalarıyla paylaşmamdan hoşlanmamıştı. Acaba onlarda duruyor mudur merak ediyorum.  Bu yazı milattan önce 9. yüzyılda yazılmış bir kitabeden, Xsentius Kitabesi. Yazan kişinin adı mı yoksa Antalya ve Kaş arasında kurulmuş  Xsentius şehrinin adını mı taşıdığı belirsiz.  Görüleceği üzere, zamansız bir hitabe. İnsanoğlunun kendine bir yaşam felsefesi geliştirme çabaları hep devam etmiş. Aslında bu kitabede yazılanlar hala geçerliliğini koruduğuna göre felsefede son nokta bana göre. O yıllardan sonra ne diye onca din arayışına girmiş ki insanoğlu diye düşünme...

Hayat

Bergamut kadar keyifli olmali hayat. Ilık bir çay içimi kadar rahat. Yakmayacak elini ağzını. Yudum yudum içerken kaygısızca. Sinemaya gidip komik, zeki, akıcı bir film seyretmek gibi olmalı hayat. Film bittiğinde hissettiğin kazanım gibi tatmin olma duygusu yaşatmalı. Kalkmakta olan treni kaçırmak gibi değil de, gittiğinde kalkmasına iki dakika var gibi olmalı. Multifocus gözlüğe alışmaya çalışmanın mideni bulandıran zor görüş açıları olmamalı. Uzağa bakarken yakın gözlüğünün üstünden bakıvermenin yalın alışkanlığını kullanmak gibi olmalı. Sürprizler zevkli olmalı. Ya da tekrarlayacağını bildiğin hatta emin olduğun sürprizleri haberli bir misafir bekler gibi beklemeli. Paniğe kapılmadan, güzel bir yemek ikram edecek olmanın hazırlığıyla karşılamalı kötü sürprizleri. Bunları artık sürpriz değil de hayatın olağanlığı gibi karşılamalı. Cam gibi kırılgan değil, taş gibi sağlam olmalı. Gelecekte yaşanacaklardan korkmamalı, yazılı bir tarife bakmaksızın kendinden emin yemek yapm...

Yaşlanmak, yaş almak v.s.

Resim
Geçenlerde verandada yeni boyadığım saçlarımın renginin güneş ışığında nasıl göründüğünü merak ettim. Ayna yok yanımda. Cep telefonumdan fotoğrafımı çektim, selfie yani. Görüntüm beni dehşete düşürdü. Saç rengimle falan ilgilenemeden derhal sildim pozumu. Adeta bir zombiye benziyordum. Kırışıklıklar, boz bir cilt rengi, lekeler. Aman Allahım. Bir moral bozukluğu yaşadım. Eve girip kremlerimi sürdüm, göz kalemimi çektim. Göz altı kapatıcımı sürdüm. Allık sürdüm. Oh be, kendimi iyi hissettim birden. Ancak ne var ki, o görüntü gözümün önünden bir türlü gitmiyor. Bir iki gün sonra, ilk çalıştığım yerden bir arkadaşımın halen mail listesinde olduğum için güzel paylaşımlarından biri daha geldi. Yabancı artistlerin eski ve günümüzdeki hallerini gösteren fotoğraflarından oluşan bir sunum. Tabi yeni halleri de bol makyajlı ya da rötuşlu falan. İnsanlar yaşlandıkça ne kadar değişiyorlar. Üstelik zamanında yaptırdıkları onca estetik müdahaleye rağmen. Bundan kaçış olmadığını ve doğal olarak hep...

Tablo

Resim
İlk yağlıboya tablomu tamamladım. Yenileri yolda.