Kayıtlar

Şubat, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Canım Kızıma

Resim
Ne garip bir gün. Garip olan benim. Sabahtan beri boş, amaçsız bir şekilde dolanıp duruyorum. Şu anda tamam artık bunu kabullenmeliyim dedim kendime, bugün boş bir gün olacak. Boşluk hissettiğim bir gün. Tamam doldurmaya çalışmayacağım. Sabah kızımı okula göndermek için kalktık erkenden. Sütünü ısıttım. Bugün nutellalı ekmek istedi. Hiç karşı çıkmadım. Dün yumurtasını yemişti. Karşı çıkacak günümde değilim zaten. Henüz onu göndermeden televizyonu açtım. Oscar töreni devam ediyordu. Tam da zamanında açmışım. En iyi erkek, kadın, yönetmen ve film kategorisindeki ödüller açıklanıyordu. Son bir aydır aday olan filmlerin neredeyse tamamını izlemiştik büyük zevkle. Ödülleri öğrenmek de keyif verdi aslında. Her ne kadar politik kararlar olduğunu düşünsem de. Ama o boşluk duygusu. Kızım gittikten sonra, Amerika'daki kızımla yazıştık. Ödev yapıyorlarmış. Sonra uyumuşum. Kahvaltıda son zamanlarda sık sık olduğu gibi eşime eşlik edemedim. Kalktığımda gitmişti. Yine bir kötü boşluk duy...

Napoli

Resim
Şubat tatilinde, ilk kez büyük kızım yanımızda olmadan bir seyahate çıktık. Tatil planı yaparken kızıma onsuz tatile çıkacak olmanın hiç içimize sinmediğini söyledim, bana karşı çıktı, gidin benim için de gezin dedi. Napoli’ye gittik. THY’nin bir yıldır Napoli’ye direkt uçuşu var. Hava durumu yağışlı gösteriyordu, neyseki orada bulunduğumuz 4 gün içinde sadece 1 gün yağmur yağdı.  Gitmeden 1 hafta önceki Hürriyet Seyahat ekinde “36 saatte Napoli” ve Skylife’ın Şubat sayısında “Viva Napoli” diye tanıtım yazıları vardı. İşimize yaradılar. İnternetten de araştırmıştık. Havaalanı şehire çok yakın. Taksiyle şehrin merkezine girerken yolların bozukluğu, binaların eskiliği şaşırttı bizi. Şehrin içi öyle değil. Otel, Napoli’nin İDO’su olan SNAV’ın istasyonuna, koya ve Vezüv Yanardağı’na bakıyordu. Sonradan anladım ki, nereye giderseniz gidin, Vezüv’ü farklı bir açıdan görebiliyorsunuz. Damgasını vurmuş şehre. Otelden Vezüv’ün çok ilerisinde koyun en ucundaki Sorrento ve Capr...

Yine Tuba Ağacı

Resim
Bu blog sanki benim çocuğum gibi oldu. Genellikle mutfak masasında çalışmayı tercih ediyorum. Lap top'ımı açıp gmail hesabıma girdikten sonra yeni gelmiş mesajlar varsa bile hemen blogger'ı açıp istatistiklere bakmak ilk işim oluyor. Sayfa görüntülenme sayısına bakıyorum. Az önce de öyle yaptım. Son günlerde en çok "Tarabya Hakkında Yazarken" başlıklı yazım okunmuş, ardından 1 Ekim 2012'de yazdığım "Tuba Ağacı" okunmuş en çok. Sanırım arama motorlarında yapılan kelime aramalarında yazı içindeki bir kelimeden ötürü benim bloguma rastlanıyor ve  o yazı okunuyor. Tam olarak bilemiyorum neden okunduğunu. Ben de uzun zamandır okumuyordum. Bir bakayım dedim. O günlerde okuduğum kitap nedeniyle bu ağaca takılmıştım. Hem internette hem çevremde araştırıyordum. Ankara'da da çok olduğunu fark etmiştim sonradan. Bir anda bir şeyin ayırdına vardım ve burada yazmaya karar verdim. Bizim evin yanına Japon Parkı yapıldığından, park alanındaki bütün ağaçların...

Tarabya hakkında yazarken

Resim
Bir önceki yazımdaki hikayeyi yazarken sonunu Malvine ve Neo’nun sohbetlerinde Tarabya’nın gelecekte nasıl olacağıyla ilgili tahminler yürüttürerek, o zamandan bu zamana bu şirin yerde ne tür değişiklikler yaşandığını, yarattığım bu iki kahramanın dilinden anlatarak bitirmeyi istemiştim. Bu durumda hem hikaye uzayacaktı, hem de hayali gerçeklikle örtüşmeyecekti. Peki neler oldu bir bakalım: Tarabya’yı, tarihini, gelişimini araştırırken en çok ilgimi çeken konu, Tokatlıyan Otelleri, sahibinin yaşadıkları, otellerin başına gelenlerdi. Tokat’tan İstanbul’a göç eden Ermeni asıllı Mıgırdıç Tokatlıyan, onun Beyoğlu’nda açtığı dillere destan Tokatlıyan Oteli, sonra Tarabya Tokatlıyan Oteli. Damadının yönetimi ele geçirip, kendisini Nice’te yaşamaya zorlaması, oradaki şanssız yaşantısı ve ölümü. Otellerin ihtişamını kaybetmesi, içindeki paha biçilmez değerdeki eşyaların satılması. Tarabya Tokatlıyan Oteli’nin yanması. Sonra yeniden inşa edilmesi. Şu anda o bina yenilendi ve yakında hiz...