Tarabya hakkında yazarken


Bir önceki yazımdaki hikayeyi yazarken sonunu Malvine ve Neo’nun sohbetlerinde Tarabya’nın gelecekte nasıl olacağıyla ilgili tahminler yürüttürerek, o zamandan bu zamana bu şirin yerde ne tür değişiklikler yaşandığını, yarattığım bu iki kahramanın dilinden anlatarak bitirmeyi istemiştim. Bu durumda hem hikaye uzayacaktı, hem de hayali gerçeklikle örtüşmeyecekti. Peki neler oldu bir bakalım:

Tarabya’yı, tarihini, gelişimini araştırırken en çok ilgimi çeken konu, Tokatlıyan Otelleri, sahibinin yaşadıkları, otellerin başına gelenlerdi. Tokat’tan İstanbul’a göç eden Ermeni asıllı Mıgırdıç Tokatlıyan, onun Beyoğlu’nda açtığı dillere destan Tokatlıyan Oteli, sonra Tarabya Tokatlıyan Oteli. Damadının yönetimi ele geçirip, kendisini Nice’te yaşamaya zorlaması, oradaki şanssız yaşantısı ve ölümü. Otellerin ihtişamını kaybetmesi, içindeki paha biçilmez değerdeki eşyaların satılması. Tarabya Tokatlıyan Oteli’nin yanması. Sonra yeniden inşa edilmesi. Şu anda o bina yenilendi ve yakında hizmete açılacak. Geçenlerde önünden geçerken lobinin çalışmaya başladığını anladım. İçeride görevliler, servis yapan gençler vardı, lobi dayalı döşeliydi.



Bu araştırmalar sırasında, www.degisti.com diye bir siteye rastladım. Harika, yalnızca sayfalar biraz zor yükleniyor. İstanbul’daki tarihi binaların, eserlerin eski ve yeni halleri, kısa hikayeleri, resimleri var. Sitenin yavaşlığının nedeni resimlerin ölçülerinin büyüklüğü olabilir mı acaba diye düşündüm, tabi bu işin tekniğini hiç bilmeyen biri olarak saçmalamış olabilirim.

Büyük kızım hikayedeki isimleri nereden bulduğumu merak etmiş. İnternette kadın ve erkek Rumca isimler diye araştırdım, alfabetik olarak var. İspanyol isimleri de buldum ve Belinda koydum barda çalışan kadının adını. 

Bir de Tarabya’nın tavernaları. Palet 1, 2, 3. Ünlü sanatçıları, Ferdi Özbeğen, Ümit Besen, Arif Susam, Cengiz Kurtoğlu. Biz  Ankara’dan İstanbul’a taşınalı 17 sene oldu. Ailecek, arkadaşlarımızla, çocuklarımızla beraber devamlı gittiğimiz iki yer vardı. Birisi Kireçburnu’ndaki Mehmet Usta Balık Lokantası’ydı. Ayda bir kaç kez giderdik. Çocuklarımızın büyüme sürecini oradaki Mehmet Usta’nın kızı, garsonlar sevgili Nihat, Halil ve Ömer Beyler bilirler. Mehmet Usta’yı keşfettiğimizde büyük kızım 7 yaşındaydı, küçük kızım henüz doğmamıştı. Yani diyeceğim o ki, Mehmet Usta’ya her gidişimizde Tarabya’dan geçerdik. İşte o zamanlar, Tarabya’daki tavernaların meşhur olduğu, üzerinde tavernada sahne alan sanatçıların isimlerinin kocaman ışıklı tabelalarda yazılı olduğu zamanlardı.



Araştırma yaparken bunlarla ilgili de sitelere rastladım. Tavernalarda sanatçı orgun başında şarkı söylerken insanların nasıl eğlenip dans ettiklerini gösteren videolar var. Çok nostaljik. Ferdi Özbeğen de vardı, onun sitesini de inceledim. Bundan bir hafta sonra vefat ettiğini öğrendik, nur içinde yatsın. Pek çok insanın yüreğine dokunmuştur mutlaka şarkıları. Mehmet Usta kapandı. Tavernalar da yok artık.

Özellikle, hikayede Neo’nun oturduğu ev Tarabya’da beni en çok etkileyen konu. 1 yıl süren emlakçılık dönemimde, yaşlı bir teyze ofise uğramıştı. Ofisin arka sokağındaki ahşap, eski Rum evini oğlu istediği için satmak istiyordu. Aslında kendisi istemiyordu ve olmayacak bir bedel istiyordu eve. Çok akıllı ve becerikli bir teyzeydi ve gençken ne kadar güzel olduğu belliydi. Evine gittim. Hikayede anlattığım gibi bir evdi. Evin fotoğraflarını çektim. Bazı evler güzel olmasa da fotoğraflarda harika çıkar. İşte bu ev de öyleydi. Satılamadı ev. Sonra ne oldu bilmiyorum. Hikayem için fotoğraf çekmeye o evin sokağına gittiğimde kendimi kötü hissettim. Kapısı kırıktı, şöyle bir içeriye baktım, hiç eşya yoktu ve yerlerdeki taşlar sökülmüştü. Ama teyzenin küçük mutfağındaki beyaz dantelli, patiska perdeler ve pencerenin önündeki çiçekleri kurumuş saksılar duruyordu. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı