Tuba ağacı
“Francielerin avlusundaki
tek ağaç ne çamdı ne de baldıran. Dallarından çıkan yeşil sap kümelerinin
üstünde sivri uçlu yaprakları vardı. Bu yapraklar sürü sürü, açılmış yeşil
şemsiyeleri andırırlardı. Kimileri Tuba ağacı derlerdi buna. Tohumları nereye
düşerse düşsün, oradan gökyüzüne erişmeye çalışan bir ağaç biterdi. Çevresi
tahta perdeli arsalarda, bakımsız süprüntü kümelerinin arasında büyürdü ve
betonda yetişen tek ağaç oydu. Gürdü,
ama yalnızca yoksul mahallelerde biterdi.” (Bir Genç Kız Yetişiyor; Betty
Smith; Çeviren: Nihal Yeğinobalı, sayfa 16)
Bu romanı yakınlarda bir
kez daha okudum. Okumadan çok önce, evimizin etrafında var olan ve kendiliğinden
biten dizi dizi ağaçları fark etmiştim. Güneşi görene kadar diğer ağaçların
arasından incecik gövdesi uzayıp gidiyor, baharda o uzun dal gibi gövdeden demet
demet yapraklar açılmaya başlıyordu. Yan arsadaki gecekondunun sahibi 90
yaşlarındaki iki Karadenizli kardeşin her baharda başlayan domates, fasulye,
biber yetiştirme çabalarının en büyük destekçisi Tuba ağaçlarının gövdeleriydi.
Ağaç iyice büyümeden, gövdesi incecikken kesiyorlar ve domates, fasulye fidelerine destek olarak kullanıyorlardı. Hatta bir
gün ağacı keserlerken bana, Rusçayı andıran bir Karadeniz şivesiyle “bunlar pek
iyi ağaçlar değil” diye açıklama yapmıştı.
Son bir haftadır tahmin
ettiğim Tuba ağacı bu mu diye internetten araştırdım. Tuba ağacı Kuran’da
geçiyormuş, bir adı da Cennet ağacıymış. Kökü göklerde, meyveleri toprağın
altında olan bir ağaçmış. Fakat görsellerde bir türlü gerçek fotoğrafını
bulamadım. Hatta yabancı bir sitede ağacın efsane olduğu yazıyordu. Sonunda
gerçek ortaya çıktı. Tuba ağacının bir adı da cennet ağacıydı. Görsellerde de
vardı ve fotoğraflar tahmin ettiğim ağaca aitti. Üstelik bir başka adı daha
vardı. “Osuruk ağacı”. Bir yaprağını kopardım, ailecek kokladık. Evet
kokuyordu. Ama yapraklar çok güzel. Hatta bu ağacın çok büyümüş halini de fark
ettim. Galata Kulesi’nin önünde, Göz Hastanesi'nin bahçesinde. Beyoğlu’ndaki
o güzelim Çekül Vakfı binasının tam içinde, ağacı kesmeye kıyamadıkları için korumuşlar.
Orjinal İngilizce adı “A
Tree Grows in Brooklyn” olan romanda, Tuba ağacını Francie ile özdeşleştirmiş
Betty Smith. Bu konuyu o kadar çok arkadaşımla konuştum, paylaştım ki, romanın
1945’te Elia Kazan tarafından sinemaya uyarlandığını, bir kaç dalda Oscar ödülü
aldığını da öğrendim. Üstelik bir Broadway Müzikali olduğunu da.
Karadenizli teyzeler çok
üzgün son zamanlarda. Belediye bu arsalara Japon Bahçesi yapıyor. Artık,
bahçeyle uğraşamayacaklar. Bu bölgenin simgesi olmuş böğürtlenler ve bir dolu
meyve ağacı kesildi. Ama dün beni sevindiren bir şey oldu, küçücük, yeni bitmiş
bir Tuba ağacı, şu anda tamamen toprak haline gelmiş alanda yemyeşil, kokulu
yapraklarıyla ışıl ışıl parlıyordu. Yakında o da gidecek.
Yorumlar