Hikayeler

"Hayata gelen herkes hikâyeler yaratır bu dünyada. Kimi hikâyeler anlatılsa da, zaman içinde unutulur ve aktarılamaz nesilden nesile. Bazılarıysa ya efsane olur, ya şiir ya da öykü. Sonra belki bir senaryo ve film. Anlatacağım hikâye, belki pek çok kadının yaşadığı türden ama şiir olmuş ve paylaşıyoruz işte. 

"1925 yılı baharında Kütahya'da başlamış hayatı Ummahan'ın. Cerrah Ahmet beyin 11 çocuğundan ve ikinci evliliğinden olan dört kızından biri. Daha ilkokulun ilk sınıfındayken duygularını şiirle ifade ederek dikkat çekmiş. "Bir atadan onbir kardeş olan, Dokuzu kız, ikisi oğlan, Kimden diye sorarsanız, O da Ahmet Karaman'dan". Babasını çok küçük yaştayken kaybetmiş. Hâlâ sık sık tekrarladığı gibi öğretmenleri ondan "tahrir vazifelerini manzum" şeklinde yazmasını isterlermiş. Ortaokulda Eflatun Cem Güney edebiyat öğretmenleri olmuş. Hatta Atatürk'ün öldüğü gün derste pencerenin yanına giderek o gür sesiyle "Uçmayın kuşlar, yasımız var" diye dışarıya doğru seslenmiş Eflatun Cem Güney. O anda ağaçlardaki kuşların hepsi birden havalanmış, uçmaya başlamışlar. Ummahan muzip bir yüz ifadesiyle anlatırdı bunu ve bizleri güldürürdü.

Lise 2. sınıfta yaşadığı hastalık nedeniyle, tedavi olmak üzere İstanbul'da görevli, çok sevdiği abisinin yanına gelmek zorunda kalmış ve okul hayatı sona ermiş. Buna hep çok üzülmüş Ummahan, "öğretmenliğe namzet gösterilmiştim, ama olamadım" diye. 
1951 yılında Ankara'da evlenmiş. İki sene sonra güzel, minicik bir kızı olmuş. Çok zayıfmış bebek, ama Ummahan doktorları bile hayrete düşürecek kadar iyi bakmış bebeğine. Eşi erkek evlat istediğini hep hissettirmiş. İkinci bebeğe hamile olduğunu öğrendiğinde erkek olması için sürekli dua etmiş. 1955 yılının sıcak bir Temmuz gününde sancıları başlamış, hastaneye gitmişler. Çok güzel bir kız daha gelmiş dünyaya. Ablası, kayınpederi, kayınvalidesi hastanede Ummahan'ın yanındalarmış, ama eşi gelmemiş. Gözleri hep onu aramış, kulakları onun ayak sesini dinlemiş. Herkes bebeğin güzelliğinden, iyiliğinden bahsederken, ziyaretçi dolu koğuşta Ummahan ayak seslerinden eşinin geldiğini duymuş ve söylemiş etrafındakilere. Koğuşun kapısından bakan bir çift mavi gözle buluşmuş gözleri, bir an mutlu olmuş ama o kadar. Eşi geri gitmiş. Ağlayan bir sesle hemşireden kağıt ve kalem istemiş ve yazmaya başlamış:

'Dört yıl oldu ben de yuva kuralı
Saatler koşup da günler dolalı
Ecelin önünde pusu kuralı
Açılıyor aramız çocuk doğalı

Kız evladı veriyor istemiyorsun sen
Veriyor Allah ne gelir elden
Pek dualar ettim kalpten gönülden
İnşallah bunları soracak senden

Lohusayım ateşli ağladım durdum
Beni görmeye geldin uzakta durdun
Bu halinle bir okla daha vuruldum
Merhametsize ben böyle köle oldum

Açamam derdimi yadele ele
Kimi yüzüme ağlar arkamdan güle
Ben de benziyorum garip bülbüle
Günlerim geçiyor ağlaya güle

İşte sana ilk ve son sözüm
Küçükken de gülmedim çünkü öksüzüm
Suratla kavgayla geçerse günüm
Hemen ayrılalım olmaz mı gülüm'
 


Hemşire şiiri sesli olarak okumuş. Uzun bir sessizlik ve hıçkırıklar. Kayınpeder çok üzülmüş ve gelinini teselli etmeye çalışmış, "senin gülünü koklatmam, bu deli oğlana" demiş. 
Hayat böyle yaşanıp gidiyor işte, üzüntü ve sevinçlerle dolu. Toplumsal dayatmaları ve "erkek adamın erkek çocuğu olur" sözlerini önemsemeyecek olgunluğa sahip olmak bir şans, ama öyle olmamış bu olayda. Baba durumu doğal olarak kabullenmiş, hatta üçüncü kızı da dünyaya geldiğinde, aile ve iş çevresinde dilden dile dolaşan bu şiirin etkisiyle mi bilinmez, artık sorun yaratmamış. Şiirin yazıldığı anların canlı tanığı olan hemşire, bebeğin ilerde sağlık alanında çalışan bir evlat olup babasının hastalıklarında hep yanında olmasını dilemiş, olmuş gerçekten de. 
Ummahan, bugün 83 yaşında ve son altı yıldır alzheimer hastası ama hiç unutmamış şiirlerini. Eşi kendisi ile ilgili olmasına karşın her ortamda, güzel sesi ve muhteşem vurgusuyla övündüğü Ummahan'a şiirini okutmuş yıllarca. Gocunmamış şiirin bu kadar çok tekrarlanmasından, çünkü kızlarının iyi yetişmesi ve okumaları için dişini tırnağına takmış, çok çalışmış, çok sevmişler kızlarını. Bugün Ummahan ile eşi ilgileniyor, hep yanında, hep arkadaş."



Bu yazıyı 2008 yılında kaleme almıştım. Ablalarımın katkısıyla yazdım. Ben üçüncü kızım. Bu yazı bir gazetede Kadınlar Günü vesilesiyle, bir sonraki haftanın ekinde yayınlandı. Yayınlandığı gün annemin doğum günüydü. Editöre yazıyı maille iletirken annemin sesinden şiirin ses kaydını da göndermiştim. Tamam, yayınlayacağız haberi beni çok mutlu etmişti, annemin doğum gününü de kutluyordu. Bazı değişiklikler ve eklemeler yaptım bugün yazıda. 2009 yılının Haziran ayında canım anamı kaybettik. Ne yazık ki yanında olamadım o anda. Alzheimer hastası olmasına rağmen çevresindeki insanları hiç unutmadı, torunlarının ismini sıralayabilirdi. Güzel, kibar lifler örmeye devam etti son gününe kadar. Onun telefonu kapatırken her seferinde "Allah hep böyle güzel konuşmalar yapmak nasip etsin" diyen güzel sesi hâlâ kulaklarımdan gitmiyor. Bu yazıyı blogda yayınlamayı istiyordum ve bilgisayarımda bulduğumda çok heyecanlandım. Şu anda hala gözlerimde yaşla, ellerimde titremelerle ve büyük, çok büyük bir anne özlemiyle yazıyorum bu satırları. Ruhun şad olsun, nurlar içinde yat Ummahan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı

Tarabya hakkında yazarken