Neden böyle?


Eskiden daha küçük bir çocukken, evimize gelen akrabalar, dostlar arasında sıklıkla konuşulan konu parti meseleleriydi. Annem CHP’li, babam Demokrat Partiliydi. O kadar sıkılırdım ki bu konuşmalardan. Annemin akrabaları ya da arkadaşları geldiğinde CHP, babamınkiler geldiğinde DP’liler çoğunlukta olduğu için her seferinde bir taraf daha üstün gelirdi. Bir itiş kakış gibi gelirdi bu konuşmalar bana. Uçsuz bucaksız, sonu olmayan saçmalıklar gibi. Hele karışık bir grupsa sesler yükselirdi, tartışacaklar sanırdım. Misafirler gittikten sonra bile evdeki farklı parti yaklaşımından kaynaklı olarak bizdeki tartışma devam ederdi.

Çocukluğum böyle geçti. Ergenlik döneminde din, felsefe konularına kafa yormaya başladım. Çevremde çok çeşitli görüşlerden o kadar çok insan vardı ki. Her birinden ayrı ayrı etkilendim. Nereden bulduğumu hatırlamıyorum, lisede Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabını okumuştum. Diyalektik Materyalizm ilgimi çekmişti. Hayat görüşümü oluşturmama katkısı olduğuna inanıyorum. Kendi kendime gazeteler alır, incelerdim her birini. Lise sondayken bu kez daha farklı bir yaklaşım peşine düşmüştüm, çevremde sağcı arkadaşlar oluşmuştu, annem pek korkmuştu bundan. Liseden 1980 yılında mezun olmak ne demek, benim yaşımdakiler bilirler. Darbe sonrası ciddi bir bocalama dönemi yaşandı Türkiye’de. O zamana kadar pek çok apolitik yetişmiş yaşıtım vardı ama bir çoğu da çeşitli siyasal görüşlere inanarak gelmişlerdi o yaşlara kadar. Benim gibi iniş çıkışlar yaşamadan, sağa sola kaymadan bir düşünce uğrunda fikir çatışmalarına hatta fiziksel çatışmalara girecek tipte arkadaşlar vardı. Bu arkadaşlarla üniversite döneminde aynı sıraları paylaştık.


Bu dönemlere geri dönüp bakınca ve şu anda Türkiye’de yaşananları değerlendirince onca şey neden yaşandı anlamak zor değil. Puzzle gibi çözülüyor her şey. Hatta puzzle tamamlandı bile. Bu yazıda amacım, bir şeyleri ayrıştırmak, kötülemek değil. Türkiye’yi kurtarma sohbetlerinde çok bulundum, gereksiz ayrıntılarda boğulup gidilen bu sohbetlerde de her seferinde fena sıkıldım. O sohbetlerde kendi adıma geldiğim nokta, her zaman bu ülkenin iyi yönetilemediği ve bir sistemden yoksun olduğuydu. Kökenlerine inince de, genç bir ülke olmamız, şanslı ama zor bir coğrafyada var olmamız, göçmen bir toplum olmanın getirdiği tam olarak yerleşememenin sonuçları gibi nedenlere ulaştım hep kendi içimde. Uzakdoğu dışında, dünyanın tüm kıtalarında çeşitli ülkeler gördüm. İyisi, kötüsüyle insan ister istemez kendi ülkesiyle karşılaştırıyor diğerlerini. Gelişmiş ülkelerle kıyaslayınca üzülüyor doğal olarak. O ülkelerle karşılaştırmasanız bile, yaşadığınız küçücük bir semtte, bir taraf lüks villalar, rezidanslar, apartmanlarla doluyken hemen yanıbaşında geceleri kondurulmuş evler ve bu farklılıkların yarattığı çelişkiler, uçurumlar. Bütün bunlara o kadar üzülüyorum ki, her zaman “neden” diyorum, yapabileceğin ne var, seçim dönemlerinde gidip oyunu kullanmaktan başka ne yapabilirsin? Sonuçta kendi sırça köşklerimizde, kendimize göre yuvarlanıp gidiyoruz işte.

Ateş düştüğü yeri yakar derler ya, bugün yaşadıklarımız bunları düşünmeme ve yazmama neden oldu. Sabah kızımı servis 7’ye doğru alıyor. Dün gece çok fazla yağmur yağdı. Ben pencereden servisin durduğu yeri görüyorum, geldiğinde otomatik kapıyı yukarıdan açıyorum, kızımı uğurluyorum. Bugün yağan yağmurdan ötürü kapının gidip geldiği olukların tıkanmış olabileceğini ve kapıyı açamayabileceğimi, yaya kapısının anahtarını hazır etmesini söyleyerek gönderdim kızımı. Ağaçlardan göremiyorum, ben kapıyı açamıyorum, çocuğum da bir türlü kapıya gelemiyor, servis şoförü indi ama anlayamıyorum durumu. Cep telefonundan aradı, her yer çamur içindeymiş, servise yukarı kapıya gelmesini söyledik, kızım da çamura batmış ayakkabılarıyla üst tarafa geldi, servisle gitti.

Sonra otoparka indik ki, bizim araba boyuna kadar çamura gömülmüş. Yanımızdaki arsada yapılan Japon parkının hafriyat çalışmaları sürüyor ve çok fazla yükselen toprak yığını yağmurla beraber bizim otoparka dolmuş. Defalarca müteahhit firmanın yetkililerini uyardık. Belediyenin kontrol mühendisleri her gün buralardalar. Dilekçe de verildi. Bir şok yaşadık doğal olarak. Sonuçta, iş araçları ve görevliler geldiler, araba çıktı, vahim bir durum yok. Ama ülkemizdeki heyelanlar, heyelanların yıktığı evler, evleriyle birlikte canlarını, mallarını kaybeden, sellerle sürüklenen onca insanımızı düşününce işte gelişmemişlik bu diye düşünmek beni kahrediyor.

İnsanoğlu varolduğundan beri, doğada nelerle karşılaşacağının farkında. Doğa inanılmaz bir güce sahip, insan da buna göre önlemini almalı. Bir şeyler, bugün bizim küçücük bir örneğini yaşadığımız gibi göz göre göre yaşanıyor malesef. Bugün Van depreminin birinci yılı. Biz ülke olarak bu tür engelleri aşmayı becerecek bir sistem kuramamışken, bu sistemi kuracak yönetimler, yöneticiler çıkaramamışken şu anda Meclis’teki parti temsilcileri “29 Ekim Kutlamaları”, “Anıtkabir’e kubbe”, İslam aleminde bayramın tarihlerinin uymadığı  gibi çok anlamlı tartışmaların ve itişme kakışmaların içindeler, haberlerde izliyorum. Onları izlerken utanıyorum, tartışmalarını duyduğumda bu ülke adına utanıyorum ve çok üzülüyorum. Bu güzel ülke bunlara layık değil. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı

Tarabya hakkında yazarken