Napoli


Şubat tatilinde, ilk kez büyük kızım yanımızda olmadan bir seyahate çıktık. Tatil planı yaparken kızıma onsuz tatile çıkacak olmanın hiç içimize sinmediğini söyledim, bana karşı çıktı, gidin benim için de gezin dedi. Napoli’ye gittik. THY’nin bir yıldır Napoli’ye direkt uçuşu var. Hava durumu yağışlı gösteriyordu, neyseki orada bulunduğumuz 4 gün içinde sadece 1 gün yağmur yağdı. Gitmeden 1 hafta önceki Hürriyet Seyahat ekinde “36 saatte Napoli” ve Skylife’ın Şubat sayısında “Viva Napoli” diye tanıtım yazıları vardı. İşimize yaradılar. İnternetten de araştırmıştık.




Havaalanı şehire çok yakın. Taksiyle şehrin merkezine girerken yolların bozukluğu, binaların eskiliği şaşırttı bizi. Şehrin içi öyle değil. Otel, Napoli’nin İDO’su olan SNAV’ın istasyonuna, koya ve Vezüv Yanardağı’na bakıyordu. Sonradan anladım ki, nereye giderseniz gidin, Vezüv’ü farklı bir açıdan görebiliyorsunuz. Damgasını vurmuş şehre. Otelden Vezüv’ün çok ilerisinde koyun en ucundaki Sorrento ve Capri adası da görünüyordu. SNAV büyük yolcu gemileriyle Sardunya, Sicilya ve Malta’ya, ayrıca Tunus’a düzenli seferler yapıyor. Capri ve Sorrento’ya daha küçük deniz otobüsleriyle sefer düzenliyor.



İlk gün Napoli’nin içinde yürüdük de yürüdük. Binalar çok güzel, eski ama şiir gibi her biri. Balkonların neredeyse hepsi çiçekli. Bizim balkonlar, evin içinde istenmeyen, yer bulunamayan her şeyin naylonlarla sarılı şekilde yığıldığı, kötü görünen yerlerdir. Bizde evlerin dışı değil, içi daha çok önemsenir. Napoli öyle değil, balkonlar tertemiz, eşya yok, zaten küçükler. İstanbul'da hani Beyoğlu'nda ünlü Doğan Apartmanı vardır ya, bayılırız oraya, Napoli'de her yerin, tüm binaların Doğan Apartmanı olduğunu düşünün, öyle bir yer. Balkonlardan sepet sarkıtarak bakkaldan alışveriş yapma işi devam ediyor. Çamaşırlar asılı. Yağmurdan korumak için de üzerlerine naylon mandallamışlar. Bazı evlerde bu naylonlar şeffaf, bazılarında mavi. Ama bütün apartman anlaşmış, aynı rengi kullanıyorlar.




Geniş ana caddelerden girilen sokaklar daracık. Motorsiklet kullanımı çok yaygın. Siesta nedeniyle dükkanlar 16.00’da açılıyor. Akşamları şehir daha bir canlı oluyor. Şehir merkezinde 1 milyona yakın, çevresiyle birlikte 6 milyona yakın nüfusun olduğunu okudum.Uçak inerken şehrin çok büyük ve sanayi tesisleriyle çevrili olduğu dikkati çekiyordu zaten. Sanırım ilkbahar ve yaz aylarında şehir çok daha canlı oluyordur. Sokaklarda tek tük sokak köpeğine ve kediye rastladık. Akşamları işten evine gidenler, köpeklerini alıp dışarı çıkarıyorlar. Her meydanda sohbet eden, o arada köpekleri birbiriyle oynayan bir dolu insan oluyor. İnsanlar kafelerde ayaküstü kahvelerini içiyorlar. Oturarak içersen fiyat yükseliyor, servis bedeli ekleniyor. Ayaküstü 1 Euro.



Trafiğe kapatılmış Toledo Caddesi, yerel ve uluslararası markaların olduğu alışveriş mağazalarıyla dolu, ama hiç abartılı değil. Akşamları göçmen sokak satıcıları çoğalıyor. Polis arabası gördüklerinde hemen toparlanıyorlar, bizdeki gibi aynı.




Bol bol manav var, Akdeniz sebze ve meyveleri. Bizdeki gibi dediğimiz o kadar çok şeye rastladık ki. Nefis lezzette pizza ve makarnalar yapan yerler var doğal olarak. Leon D’orro, Belediye Meydanı’ndaki Nene Bistrot, Mattozi, keşfettiğimiz ve beğendiğimiz yerler. Bir de ne ısmarlayacağımızı bilseydik. Biz bir şeyler söyleyip yerken, her seferinde yan masalardan ısmarlanan yemeklerin çeşit ve güzel görünümlerine bakıp bakıp durduk. Ama son akşam yemeğimiz harikaydı. İngilizce menüsü olan ve dil bilen şirin garsonların olduğu Nene’de çeşit çeşit İtalyan yemekleri ısmarlamayı başardık. Gazetede bahsedilen La Stanza del Gusto’yu bulduk ilk gittiğimiz gün. Biz girerken dışarı çıkan Şef Mario Avallone ile karşılaştık. Şirin bir yer, menü kara tahtaya yazılıyor. Beşiktaş’taki Sıdıka geldi aklıma. Siesta zamanıydı, menüdeki her yemek yok, çok da acıkmamıştık. Kızım panini istedi, biz de çorba. Anlaşmak zor. Bezelyeli çorba istedim. Neredeyse yarım tencere dolusu çorba geldi. Sonradan anladım ki, bütün çorbalar kocaman tabaklarda ikram ediliyor. Harika bir çorbaydı. Leon D’orro’da tatlı menüsünde birkaç çeşit var ama her tatlı ısmarlayışımızda pudra şekerine bulanmış lokma benzeri bir tatlı geldi, güzeldi.








Şehir içinde metro, otobüs, tramvay var, taksi çok bol. Metro istasyonlarında sergilerin olduğu bir dönem gitmişiz. Birisinin duvarlarında bilgisayar biliminde kullanılan bütün kelimeler yazılmıştı. Kızım için çektim fotoğrafını. Bir de Napoli, dağlık, tepelik bir yer. Şehrin yükseklerindeki, kalenin etrafındaki yerleşim yerlerine fünikülerle çıkılabiliyor. Bizim Taksim-Kabataş füniküler hattı gibi, bunda birkaç durak var. Tepedeki Sant’Elmo kalesine fünikülerle çıktık. Muazzam bir Napoli manzarası izledik.  Napoli’de çok fazla yüksek yapı yok. Garibaldi bölgesinde yoğunlaşmış bu yapılar. Şehirde biri kıyıda, biri tepede iki büyük kale var. Napoli çok eskiden beri çok büyük bir liman ve ticaret kenti. 


Chiaia bölgesindeki, “Galleria Umberto” yağmurlu günde işimize yaradı, epey vakit geçirdik orada. Milano’daki Galleria ile aynı mimariye sahip cam kubbeli bu yapı turistlerin uğrak yeri. Yerlerdeki mozaikler çok güzel.


İkinci günümüzde Pompei’ye gittik. Otelin önünden tramvaya binip tren istasyonuna, trenle Pompei’ye gittik. Tren sahilden gidiyor ve yol boyu evleri, bahçeleri izlemek için iyi bir fırsat. Her yer grafittilerle süslü. Bütün bahçelerde üzerinde meyvelerle dolu limon, mandalina, turunç ağaçları var. Tam bir Akdeniz iklimi. Soğuktan korumak için siyah örtülerle örtmüşler. Meyvelerinin neden toplanmadığını ise anlamadım. Üzüm bağları sayısı çok azdı. İtalya’nın kuzeyinde Milano, Venedik arasında tren yolu boyunca üzüm bağı var. Güney İtalya uygun değil demek ki. Ama içtiğimiz şaraplar güzeldi.



Pompei, akıl almaz bir yer bence. M.S. 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın lavlarının örttüğü, yaşayan herkesin lav, kül ve dumandan tamamen yok olduğu, o tarihe göre son derece iyi bir mimari anlayışla inşa edilmiş, yönetilmiş, akıllara durgunluk veren bir yerleşim yeri. Evlerde kullanılan eşyaların sergilendiği, etrafı demir parmaklıklarla kapatılmış açık hava müzesinde iki insanın taşlaşmış cesetleri de var. Binlerce yıl önce kurulmuş böyle bir şehirde, taş sokaklarında yürümek çok heyecan vericiydi. 





Yalnız bir şeyin eksikliğini hissettim. Kahire’de Nil nehri kenarında, tekneyle gezen turistlere eski Mısır’da insanların nasıl yaşadıklarıyla ilgili canlandırmalar yapılıyordu. Teknenin geldiğini gören oyuncular hemen ayağa kalkıp, kurulu evlerinde papirus yapıyor, kumaş dokuyor, dikiş dikiyor, mumyalama yapıyor, hayvanlarını sağıyor, yemek yapıyorlardı. Buna benzer bir dizi canlandırma. Hayal ettirebilmek için çok iyi bir yöntem. Pompei’de de böyle olmalıydı diye düşündüm. Binlerce yıl önce Pompei’de yaşamış insanlar, Eski Mısır’dakiler, bu insanlar bence çok gelişmiş uygarlıklar kurmuşlar. Yaşam tarzlarını, yarattıkları binaları, eserleri düşününce şu anda insanoğlunun mevcut durumundan çok daha ileride olması gerektiği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün. Ama neden olmamış? Pompei bir şekilde yok olmuş. Hele Mısır’ın şu andaki durumu, o topraklarda sanki o uygarlık hiç var olmamış gibi. Pompei Avrupa Birliği fonlarıyla koruma altına alınmış. Gerçi başlangıçta o fonların çalışanlara yüksek yevmiye ödemeleri yapılması yöntemiyle mafya tarafından alıkonulduğu söyleniyor. Çalışmalar devam ediyordu gördüğüm kadarıyla. Çok muazzam bir yer.



Pompei’nin büyülü atmosferinden çıkınca, günübirlik tren biletimizle trenin son durağı olan Sorrento’ya gidelim dedik. Kia Sorrento’ya ismini vermiş bir şehir, güzeldir dedik. Çünkü öncesinde gitme planımız ve bilgimiz yoktu. Belli ki yazlıkçıların, tatilcilerin gittiği bir şehir. Oldukça boş ve sakindi. Şehir tamamen bizim  Antalya’daki falezler gibi kayaların üzerine kurulmuş, kumlu plajı yok. Plaja gitmek isteyenler asansörle aşağıya iniyorlar. Ama aşağıda görünen deniz Şubat ayında bile son derece cazipti, mükemmeldi. Dünyaca ünlü beş yıldızlı oteller var Sorrento’da. Napoli’ye direkt uçuş olması nedeniyle Türk tatilciler için de harika bir tatil mekanı diye düşündük. Sorrento, Napoli Körfezi’nin en ucunda, hemen arkasındaki körfezde ise Amalfi şehri varmış, ünlüymüş, biz döndükten sonra öğrendik ve güzelmiş gerçekten. Üstelik Sorrento’dan Amalfi dolmuşlarıyla gidilebiliyormuş. 


Etrafı dik dağlarla çevrili Sorrento’da rastladığım bir görüntü hem şahane, hem de dehşet vericiydi. Şehrin bir caddesinde yürürken, köprü gibi bir şey gördük, 30-40 metre aşağıda, uçurumun içinde bir bina. Dağlardan gelen ve denize doğru akan suların izlediği kayaların içine oturtulmuş, nemden rengi yeşile dönmüş, ancak fantastik filmlerde rastlayacağınız bir bina. Muhtemelen bir manastırdı. İnilip, çıkılamaz, soğuk bir yer.


Bir gün Capri adasına gittik. Adaya ulaştığımızda birden Bozcaada’ya çok benzettik. Muhtemelen Bozcaada da kış döneminde böyle garip bir yerdir. Doğa olarak muhteşem tabi. Ama bizi hayal kırıklığına uğrattı desem yalan olmaz. Hele bir de Ana Capri’nin merkezinden Mavi Mağara’ya, Grotto Azzurra’ya minibüsler olmasına rağmen yürüme gafletinde bulunmamız adanın keyfini çıkaramadığımız gibi, olumsuz düşünmemize de neden oldu. Yalnız değildik, Minesssota’dan gelen genç bir çiftle yürüdük. Yol bitmek bilmedi. Otele dönünce internette araştırdım, başkaları da yaşamış bu deneyimi. Adada bahçeler limon ağaçlarıyla dolu. Evler şirin, küçük bahçeli. Yürüdüğümüz yol üzerindeyse çok büyük evler de vardı. Grotto Azzurra’ya vardığımızda Amerikalı çift mağaraya indi, hemen çıktılar, meğer yükselen sular yüzünden mağara girişi kapalıymış. Yaz dönemi güzel olur mutlaka. Ama Sorrento’ya ya da Amalfi’ye tatile gidilir de Capri’ye gidilmezmiş gibi geldi bana. 





Napoli'nin güvenlik açısından sorunlu olduğunu duyardık hep. Yeni Belediye Başkanı döneminde alınan önlemlerle durumun düzeldiğini okumuştuk. Gerçekten de herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Güvenli geldi bize. Güzel bir şehir Napoli. İtalyanlar sıcak insanlar. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı

Tarabya hakkında yazarken