Taksim, Gezi Parkı


Çok genç bir kız; İstanbul’da iyi bir eğitim alıyor. Her sabah okula giderken yaptığı gibi marka parfümünü sıkıp arkadaşlarıyla buluşmak üzere evden çıkıyor. Gün içinde arkadaşlarımlayım, kafedeyim, sinemadayım diyor. Ama anne endişeli, gösterilere gidebileceğinden, başına bir iş gelebileceğinden korkuyor. Üstelik anne baba Gezi Parkı için bunca değişik kesimden insanın bir araya gelmesinden mutlu olmuşken, umut dolmuşken kızları için endişe duyuyorlar. Her zaman gideceği her yere götürüp getiriyorlar. O gün akşam eve geleceği zaman da gidip alıyorlar. Belki fazla korumacı kollamacı bir tutum içinde oldukları konusunda da durumlarının farkındalar. Genç kız gelince anlatıyor neler yaptığını. Sabah biber gazına önlem olarak evden şallar alıp çıktığını, arkadaşlarıyla buluşup Beşiktaş’a gittiğini, gösterilere katıldığını, olabilecek yaralanmalara karşı koluna kan grubunu yazdığını, sloganlar attığını, yürüyüş yaptığını... Ne yapılabilir ki, ne aferin diyebiliyorlar, ne kızabiliyorlar, sağ salim eve geldiğine seviniyorlar, şükrediyorlar. Ertesi gün olaylar durulmuş, kızlarını alıp Taksim’e gidiyorlar. En çok da ellerinde eldivenler ve torbalarıyla temizlik yapıp, çöp toplayanlara hayranlık duyarak dolaşıyorlar.



Başka bir genç kız; İstanbul’da yaşıyor, gül kokan başörtüsü kumaşının kenarına yeni öğrendiği oyayı tığla işliyor evinde. Lisede okuyor o da. Başı kapalı.  Anne baba Taksim olaylarına tepkili. Ülkeyi mis gibi yönetenlere karşı Gezi Parkı’nın ağaçlarının kesilecek olması, alkol kısıtlamaları, cami projeleri yüzünden bu denli büyük gösteriler yapılmasından rahatsız. Ülkeyi ne hale getirecekler bunlar? Hele ki anne, bugün yeni sohbetten gelmiş. Allahı severek, dinin sağladığı mutluluğun insana getirdiği manevi değerlerin üzerinde yükselmeye çalışmak varken bu gösteriler de neyin nesi?


Başka bir genç kız; henüz okullar kapanmamış olmasına rağmen 8. Sınıfta okuduğu okulu bırakıp ailesiyle birlikte yazlık işçisi olarak, kapasitesini doldurup fazladan bir sürü kişinin doluştuğu otobüsle Güneydoğu’dan  farklı bir şehire tarım işçiliği yapmaya gidiyor. Orada dört ay boyunca çadırda, susuz, elektriksiz bir ortamda yaşayacak ve tarlalarda, bağlarda çalışacak. Onun ne parfümü, ne gül kokan başörtüsünü düşünecek hali var. Yalnızca hiç olmazsa okulu bitirseydim diye düşünüyor. Acaba seneye onu okula gönderirler mi, yoksa evlendirmeye mi kalkarlar? Kafasında bu var.


Şimdi vatandaşların % 50’sinin oyunu almış ve bu oyları yine alacağından emin bir hükümetin başbakanı ilk örnektekine benzeyen ailelerin ve insanların oyunu almasa ne olur? Yine başbakan olur. Bu tip insanların istek ve ihtiyaçlarına cevap vermese ne olur ki?

Her zaman empati yapmaya çalıştım. Hiç bir kesimi aşağılamadan, kendimi onların yerine koymaya çalıştım. O nedenle de mevcut demokrasimizin yetersizliğinin çok farkında olmama karşın, tüm kitleleri kucaklayabilecek bir yönetim anlayışının gerekli olduğuna inandım. Ama bizi yönetenlerin kim olduğunu unutmamalıyız. Beklediğimiz demokrasi anlayışını sergileyebilecek insanların, bu demokrasi anlayışına paralel uygulamalar yapabilecek eğitim ve kültürden yoksun olduklarını hatırlamalıyız.

Taksim olayları sırasında, bu ülke için bir an umutlandım ama ülkemin gerçeklerinin ne olduğunu da çok iyi biliyorum. Atatürk’e sarılıp başı kapalıları alaşağı etmek gibi saçma niyetlere kapılanlardan, hükümetin seçimle iş başına geldiğini unutanlardan, çok büyük kalabalıklar toplandı, devrim olacak, hükümet istifa edecek diye umutlananlardan olmamak lazım geldiğine inanıyorum. Bugün sağlanan bu birlik duygusu, en azından oraya buraya cami yaparım, liseleri kimseye danışmadan İmam Hatip Okulu yaparım, alkolü yasaklarım, hayat tarzına karışırım, AVM yaparım, bu ülkenin projelerini ben yaparım, toplumsal duyarlılıklara aldırmam, 3. Köprüye Yavuz Sultan Selim adını koyarım diyen dayatmacı bir yönetim anlayışına her konuda birlik olarak “dur bakalım, madem hizmetkarımsın, benim fikrimi almak ve buna saygı duymak zorundasın” demek için harika bir fırsattır. Sadece Gezi Parkı için değil her konuda meydanlara çıkma günüdür. Çatışma yaratıp, bundan nemalanacaklarını sananlara fırsat yaratmama günüdür.


Bu durumda, o gösterilere katılanların pek çoğunun beğenmediği AKP’nin oy tabanı da bu birliğe katılır. İşte o zaman gerçek amaca ulaşılır. Gerçek amaç nedir? Demokrasiden uzaklaşmadan, bir uzlaşı kültürü oluşturabilmektir. Sonuçta, halk bu uzlaşı kültürünü uygulayabilecek olanlara oy verir. Uygulayamayanlarsa umarım güme giderler. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı

Tarabya hakkında yazarken