St. Petersburg ve Moskova
Evden
çıkmadan önce kitaplığa gidip Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının birinci cildini
aldım, bavulun önüne yerleştirdim. Uçakta okumaya başladım, yolculuk sırasında
da fırsat buldukça okudum. İkinci cildini henüz bugün tamamlayabildim. Çok
önceden okuduğum İnsancıklar romanından, anlatımından, Rus insanlarının hayat
tarzlarından, kadınlarının gücünden, aile içindeki kadın egemenliğinden
etkilenmiştim. Dostoyevski fakir insanları anlatıyor okuduğum iki romanında da.
Savaş ve Barış gibi şaşaalı saray yaşantısı yok.
Dostoyevski'nin çalışma odası |
Yemek Odası |
Dostoyevski'nin eşinin çalışma odası |
St.
Petersburg’a Dostoyevski gözüyle bakmak istedim. Onun şu an müze olan mütevazi
evinin odalarında adım atarken, fotoğraflarını incelerken nasıl bir ruh hali
içinde romanlarını yazdığını düşünmeye çalıştım. Neden genel olarak St.
Petersburg’un nispeten fakir semtlerinde ev kiraladığını anlamaya çalıştım.
Evinin hemen yanıbaşındaki küçük kahvehaneye belki o da buraya gelmiştir, çayını
ve sigarasını içip, insanları gözlemleyip, konuşmalarına kulak misafiri olup,
yazacakları için ilham alıp evine öyle gitmiştir diye düşünerek girdim. Caddelerde yürürken, yanımdan geçip giden
insanların arasında isimleri Rodyon Romanoviç Raskolnikov, İlya Petroviç,
Sonya, Dunya, Razumuhin, Zamiyotov, Aleksandr, Ameliya İvanovna, Katerina,
Lizavetta olanlar var mıdır diye düşündüm. İyi ki almışım romanı yanıma.
Biz
St. Petersburg ve Moskova seyahatimizi yol, otel, gezi tüm organizasyonu
kendimiz yaparak gerçekleştirdik. Yolumuzu bulduk, metroyu keşfedip her yere
metroyla gittik. Güzel restoranlar bulduk, güzel yemekler yedik. İngilizce
turlar keşfedip, katıldık. Elimizdeki rehber kitabın yardımıyla gidilmesi gereken
yerler, müzeler, caddeler çoğunu gördük. Ama şu bir gerçek ki, biraz zorlandık.
Çünkü hemen hiçbir yerde Latin alfabesi yok. Çok mu abarttım? Tamam restoran
menülerinin çoğunda İngilizce var, büyük caddelerin levhalarının altında Latin
harflerle cadde isimleri yazılmış. Önemli tabi. Ama bu kadar. Başka hiçbir
yerde yok. Moskova’daki metrolarda bir kelime Latince bir şey olsun, yok, çok
ilginç. Elimizdeki durak isimlerinin Latince harflerle yazılı olduğu metro haritalarıyla
bulduk yolumuzu. Küçük kızım olmasa onu da beceremeyebilirdik açıkçası. St.
Petersburg metroları daha rahattı, zaten hat sayısı da az orada. Otellerde
resepsiyonlarda çalışanlar iyi İngilizce konuşuyorlar. Ama St. Petersburg- Moskova
tren bileti almak için Gar’a giden bizim gibi insanlarla tek kelime İngilizce
konuşacak kimse yok, bulamazsınız imkansız. Elektronik gişeden bilet bakalım
dedik, orada da İngilizce menü yok. Halbuki gitmeden önce internetten
baktığımızda sitenin İngilizce versiyonundan bilet alınabileceğini görmüştük.
Gar’da yaşadığımız bu deneyimden sonra iki şehir arasını hızlı trenle gitmekten
de, bileti internetten almaktan da vazgeçtik. Otele dönünce business center’a
gittik, internetten Aeroflot’tan uçak biletimizi aldık, baskısını aldık, mis
gibi gittik Moskova’ya. Aslında gittiğimiz ülkede Rusça ana dil, alfabe Kiril,
bile bile gittik, göreceğimizi gördük, ülkemize döndük, dolayısıyla şikayete
konu olacak bir şey yok. Hatta adamların turizm ile ilgili çabasızlıklarına da
saygı duymak lazım. Biz böyleyiz, biz buyuz diyorlar.
İnsanlar
özellikle St. Petersburg halkı ve tabi kadınları çok çok güzeller gerçekten.
Genç kadınları demem daha doğru olur. Çoluğa çocuğa karışmış, biraz yaş almış
kadınları öyle değil, gördüğüm kadarıyla. O genç, dünya güzeli kadınlar 40
yaşını geçince ya sokağa çıkmıyorlar ya da çok değişiyorlar. Öyle çok uzun
değiller. Beyaz tenli, sarışınlar. Dikkat çekici ölçüde güzel olanların saçları
parlak sarı boyalı ve makyajlılar. Bunun ötesinde çok dikkat çekmelerinin asıl
nedeni gece giymeye daha uygun olduğunu düşündüğüm modelde kıyafetler. Gün
içinde, öğle tatili saatlerinde karşınızdan sanki bir kokteyle ya da düğüne
gitmekte olan, apartman topuklu ayakkabılarla yürümeye çalışan insanların akın
akın geldiğini düşünsenize bir. Çok mu abarttım yine? Mütevazı ve cidden güzel
insanları var bunun dışında. Erkeklere gelince, sanki hepsi Viladimir Putin’e
benziyor gibi geldi bana. Putin tipindeler çoğu. Boy pos, surat tahmin edin.
Dimitriy Medvedev gibi daha düzgün olanları da yok değil tabi. Erkeklerin çoğu
kırmızı suratlılar. Küçük yaşlardaki kız çocuklar süperler. Erkek çocukların
çoğunluğu ise küçük birer Putin. Yaşlı erkekler Türklere benziyor. Amma da
genelleme yaptım insan tipleri hakkında. Kusura bakmasınlar artık.
Moskova
daha bir kozmopolit. Yabancı çalışanların, expatların bu şehirde fazla olduğunu
düşünüyorum. Hatta bir kafede expatlar için hazırlanmış güzel bir dergiye de
rastladım. Dergide Moskova ve çevresinde ve de Rusya’da keşfedilebilecek
yerlerden, yeni açılan restoranlardan bahsediyordu. Bu duruma paralel mi bilemiyorum,
Moskova sokaklarında süslü güzel kadınların sayısı St. Petersburg kadar fazla
değil.
Beyaz
geceleri kaçırdık biz, 5 Ağustos’ta oradaydık. Buna rağmen hava 23.00’de
kararıyor St. Petersburg’da. Moskova’da 22.00’de. Hava oldukça sıcaktı.
Akşamları hafif bir hırkaya ihtiyaç oldu. Vitrinlerde sonbahar hatta kışlık
modeller sergilenmeye başlamıştı. Ülkenin kışı nasıl geçiyorsa artık,
çatılardan inen su borularını görmek lazım. Hepsi soba borusundan daha geniş
çaplı ve en önemlisi içlerinde buzu eritmeye yarayan ısıtıcı elektrik kabloları
var. Belli ki akan su donuyor kışın borunun içinde. Binaların duvarlarının
kalınlığı ise tam bir metre, gerçekten. -Ankara’da yaşarken oturduğumuz son evin
duvarları geldi aklımıza. Ankara da az soğuk değildir hani, bir odamızın duvarı
özellikle incelikten kırılacak gibiydi, yalıtım desen sıfır zaten.- Borular ve
duvarlar sayesinde şehrin kışını hayal edebildim. Bir de yazlık kıyafetler içinde salınan kadınların kışın neler
giydiklerini hayal etmeye çalıştım. Kürk, kalpak, şapka, uzun çizmeler, mini
etekler, şık kazaklar ve canlı canlı renkler geldi gözümün önüne.
1 metre duvar kalınlığı |
Restoranlarda,
mağazalarda, müzelerde, neredeyse çalışanların hepsi kadın. Sokaklarda,
gişelerde günlük tur satanlar, rehberler, metro çalışanları kadın. Evlerinde
oturması gereken yaşa gelmiş pek çok kadın canla başla çalışıyor gördüğüm
kadarıyla. Çöp arabasının başında kıvırcık kızıl saçlı, elindeki aynaya
dikkatle bakarak rujunu süren kadını, yaşama bağlılığını ve tutkusunu
unutamayacağım. Dostoyevski’nin İnsancıklar romanındaki gibi. Erkeklere epey
bir kızmaya başlamıştım ki, Moskova’ya gideceğimiz gün havaalanına gitmek üzere
sabah 06.00’da bindiğimiz metronun ve sonrasında minibüsün işe giden genç,
yaşlı erkeklerle dolu olduğunu görünce erkekleri affettim, adeta yüreğimin
yağları eridi. Hepsi de çok mütevazı tiplerdi. Moskova’da binaların dışında bol
bol iskele görebilirsiniz, tadilat, dış sıva, badana yapılıyor. Her beş işçiden
biri kadın. Çekmişler tulumlarını badana, sıva yapıyorlar.
St.
Petersburg’dan Moskova’ya giderken bindiğimiz uçakta bizi 50 yaşlarındaki
pilotumuz karşıladı, aaa ne ilginç ne güzel bizi karşılaması falan derken, onunla
aynı yaşlarda diğer pilot da geldi. Meğer ikisi de hostesmiş. Host yani. Artık
erkeklere çalışmıyorlar diye kızmaktan tamamen vazgeçtim.
Her
iki şehirde de özellikle Moskova’da global markaların reklamlarını, binaların
tepelerinde kocaman ışıklı tabelalarını, yollarda son model yabancı arabaları
görüyorsunuz. Latin alfabesi bu tabelalarda var zaten sadece. Tüm global
yiyecek markaları da var. Çoğu Kiril alfabesiyle yazılmış bu markaların, logodan
anlaşılıyor. Ruslar suşiyi çok
sevmişler, her köşe başında bir suşi restoranı var. PECTOPAH yazısını iki
adımda bir görüyorduk, meğer Restoran anlamına geliyormuş. Bu sayede Kiril
alfabesini de çözmüş olduk. Rusça’da “Sipasibo” teşekkür ederim anlamına
geliyor. Öğrendiğim tek Rusça kelime.
Şehirler
parklarla dolu. Özellikle Moskova nehri kıyısındaki park o kadar büyük ki.
Parkın büyüklüğünden, nehrin kıyısında olmasından daha çok beni insanların
koşmak, yürümek, güneşlenmek, çocuğunu gezdirmek, dans etmek için bu parkı
doldurmaları etkiledi. Nasıl da güneşin tadını çıkarıyorlardı, nasıl da rahatlardı,
kimse kimsenin umurunda değildi. St. Petersburg da park dolu, ama çok kalabalık
değildi. Oradaki her parkta aileleriyle fotoğraf çektiren gelin ve damatlar
vardı. Park dışında da bol bol limuzin, gelin arabası. Bir de nehir gezisinde
bir kısmını gördüğümüz Central Park kadar büyük bir park var St. Petersburg’da.
Restoranlarda
sigara içiliyor. Girdiğinizde soruyorlar, sigara içilen yer mi, içilmeyen yer
mi diye. Sigara çok ucuz. 1 TL=17 Ruble.
Sigaralar 70-80 Ruble civarındaydı. İçen çoktu. Bizde yasaklanmış olan Absinth
içkisi menülerde gözüken bir içki. Hani içeni afallatan türden. Votkaya bu
kadar alışkın bünyeler onu da kolayca kaldırır heralde.
Dostoyevski’nin
müze evinin yakınında, metro çıkışında kapalı bir pazar yeri vardı. Tüm meyve
ve sebzeler harikaydı. Kurutulmuş ve salamura balık vardı bol bol. Pazarın
çıkışında ise yaşlı hanımlar yerde sergiledikleri yeşillikleri, meyveleri
satıyorlardı. Moskova’da Tverskaya Caddesi’nde Coffemania’nın olduğu pasajda
bir süpermarket olduğunu keşfettim, hemen girdim. Bizdeki Macro Market’ten bile
iyiydi. Ürünler harika ve ucuzdu. Moskova’nın pahalı olduğunu duymuştuk ama
öyle değil pek. St. Petersburg’dan bir farkı yok bu anlamda. Pek çok ünlü giyim
markasının mağazası var. Moskova’da Adil Işık ve Network mağazaları var.
Metrolar
harika, adeta müze gibiler. Bizde metroya üç kat ve farklı farklı yürüyen
merdivenle indiğimiz derinliği, tek bir uzun yürüyen merdivenle indiğinizi
düşünün. O kadar dik ve uzun. Bu nedenle de iniş çıkış yürüyen merdivenlerin
arasında bir de yaya inip çıkmak isteyenler için merdiven yok tabi, olamaz,
akla uygun değil. Yürüyen merdivenler zarif ve şık ışıklarla aydınlatılmış. Metronun
içi, duvarları, tavanları ince ince işlenmiş. Ayrıca bazılarında harika
çerçeveli tablolar, bazılarında freskler var. Hele ki, o avizeler, her biri
sanat eseri. Sanırsınız ki, bu ülkelerde herkes sanatçı, zanaatkar, vakit ve
para bol, çalıştırmışlar insanları. Bu ne zevktir, bu ne sanat anlayışıdır.
Hayran oldum.
Bu
yazıda, St. Petersburg ve Moskova’daki izlenimlerimi yazmaya çalıştım. Şuraları
gezmek lazım, şunları yemek lazım, şehirlerin hikayeleri ve tarihleri
konularına girmedim. Bunlar rehber kitaplarda da var. Ama yine de kendi
gözümden bir şeyler aktarmak niyetim var. Umarım bir daha ki yazıma.
Yorumlar