Tarabya


Malvine, geceyarısını geçerken mutfağa geldi. Servis sırasında taktığı önlüğü çıkarıp masaya koydu. İri ayakları, meyhaneden yolun karşısında, Tarabya koyunun kıyısına yerleştirilmiş masalara tabakları, bardakları taşımak için hiç bir zaman saymadığı geliş geçişler yüzünden şişmiş, yorulmuşlardı. Malvine, anne, babası ve küçük oğluyla Fener’de yaşıyordu. Eşi yoktu. Patronu Neo, hafta içinde iki gün izin yapmasına, oğlunu, ailesini görmesine müsade ediyordu. Malvine, çalışkan, akıllı ve müşterilerin sevdiği bir garsondu, iri cüsseli bir kadındı, güçlüydü.


Neotolemus, Tarabya’nın bir balıkçı köyü olduğu zamanlardan beri burada yaşıyordu. Babası Niko, köyün en iyi balıkçısıydı. Neo’nun işlettiği bu meyhaneyi babası Niko açmıştı. Uzun yıllar, annesi mutfakta, bir çırak ve iki garsonla beraber gün boyu nefis mezeler hazırlardı. İkram edilecek balıklardan, pişirilmelerinden baba Niko sorumluydu. Neo, onlardan öğrendi bu işi. Anne ve babasını arka arkaya kaybettikten sonra geçti işin başına.

Neo, sevgili karısı iki yıl önce onu terk edene kadar çok mutluydu. Karısı, kendi ailesinin memleketlerine geri dönme kararı vermelerinden çok huzursuz olmuştu. Onlar olmadan yaşayamayacağını düşünüyordu. İki kızıyla Tarabya’da yaşadıkları üç katlı, ahşap evden günün birinde Neo’yu bırakarak ailesiyle birlikte memlekete dönebileceğini aklına bile getirmemişti. Neo doğduğu, yaşadığı Tarabya’yı, meyhanesini bırakmak istemiyordu. Yalnız kalmıştı.


Malvine, Fener’de oturan Rumların her haftasonu gezmek, denize girmek, güneşlenmek için geldiği Tarabya’yı komşularının ısrarıyla bir haftasonu ilk kez ziyaret ettiğinde bölgenin havasına, koyuna, denizine, küçük sıra sıra evlerine, Tokatlıyan Oteli’nin ihtişamına, yalılarına, doğasına, korusuna, eğlencesine, neşesine hayran kalmıştı. Komşusunun arkadaşı Neo’nun yerinde, koyun kıyısındaki masada tattıkları Rum lezzetleri mükemmeldi. Neo’nun hikayesini komşusundan dinledi. Masalarına gelen Neo’yu izlerken onun içinde yaşadığı duyguları, hüzünü, çaresizliği anlamaya çalıştı. Kendisi gibi buruk bu adama, “garson ihtiyacınız var mı?” diye sormak o anda geldi aklına. Hem çalışması, para kazanması gerekiyordu, hem de bu Tarabya ne inanılmaz, ne güzel bir yerdi. Anlaştılar.

Neo’nun üç katlı ve ahşap renginin korunduğu evinin yanında,  sarı beyaz boyalı ve küçük pencerelerinin önünden renkli sardunyaların coştuğu evde oturan yaşlı Rum teyzeden Malvine için bir oda kiralandı. Her gün Tarabya’dan, Fener’e gitmesi mümkün değildi.


Malvine’in çalışmaya başladığı yıllar, mavisi ve yeşiliyle Tarabya’nın daha çok farkedildiği, yabancılar ve elçilikler tarafından yeni yeni keşfedildiği dönemlere rastladı. İlki Beyoğlu’nda açılan ihtişamlı Tokatlıyan Oteli’nin yazlık oteli olarak kurulan ve Tarabya koyu burnunda estetik duruşuyla, bir kuğu gibi yükselen otelin getirdiği hareketli dönemlerdi bunlar. Şık giyimli kadın ve erkeklerin gelip gittiği, davetlerin düzenlendiği ihtişamlı yapının çok yakınınındaki Neo’nun meyhanesinin ünü, otel müşterilerini de çekiyordu kendine.

Otelin barında şarkı söyleyen güzel İspanyol Belinda da meyhanenin müşterilerinden biriydi. Neo onun her meyhaneye gelişinde başka bir adam olurdu. Hüznünü unutur, konuşkan, neşeli, canlı bir adama dönüşürdü. Belinda’nın kemancı arkadaşı ve otelin barmeni program öncesi haftada bir kaç kez gelirlerdi meyhaneye. Neo, Belinda’ya ilgiliydi. Çok geçmeden Belinda, Neo’nun evine taşındı. 


Küçük bir alana inşa edilmiş evin dışı ahşaptı ve küçük pencereleri vardı. Sahilin bir arka sokağında olduğu için ana yolun üzerindeki binalar yüzünden neredeyse hiç güneş görmeyen bir evdi. Evin dar girişinden sonra geçilen küçük sofadan mutfağa ve arkadaki küçük odaya giriş vardı. Mutfağın sokağa bakan pencerelerini Neo’nun anesinin ördüğü dantellerle bezenmiş beyaz patiska perdeler ve minik çiçekli bitkiler süslüyordu. Mutfak vardı ama hiç işlevi olmayan bir mutfaktı. Seneler boyunca tüm öğünler kendi meyhanelerinde yenmişti ya da oradan eve getirilen yemeklerle sofralar kurulmuştu. Arkadaki küçük odada hala Niko’nun bazı balıkçı malzemeleri duruyordu. Sofa renkliydi. Küçük bir masa, üç sandalye, üzerinde karanlık sofayı canlandıran renkli bir örtü ve yapma bir çiçek vardı. Bir de renkli bir sedir. Üzerinde sert, samandan sırt yastıkları. Duvarlarda şirin biblolar ve aksesuarlar asılıydı.


Sofadan yukarıya çıkan ahşap merdiven tam bir usta işiydi. Meşeden ince ince oyulmuş, bir kaç yerinden motifli ferforjeyle desteklenmiş, parlak cilasıyla evin karanlığını adeta aydınlatan bir merdivendi. Yukarı çıkarken duvarlardaki nişlere yerleştirilmiş ikonik objeler dikkat çekiyordu. Yukarıda aşağıdakine göre geniş denilebilecek bir sofa ve bir oda vardı. Niko, anne ve babasının yatak odasını hiç bozmamıştı. Kızları gitmeden önce, bu katın geniş sofasındaki sedirlerde uyurlardı. Bu kattan bir üst kata çıkış için kullanılan merdiven sıradan ahşap, düz bir merdivendi. Üst kat, aynı orta kat genişliğinde ve aynı yapıdaydı. Bu sofa daha iyi döşenmişti. Neo’nun yatak odası bu kattaydı. Diğer odalara göre daha aydınlık ve ferahtı. Bir de binanın yanındaki çınar ağacının gölgesi ve hışırtısı olmasa daha iyi olacaktı.

Belinda’nın eve gelişiyle birlikte Neo doğduğu, büyüdüğü, çocuklarını büyüttüğü bu evin olumsuzluklarını fark etmeye başlamıştı. Bu ev eskiyordu, kasvetliydi, soğuktu, ışıksızdı. Bunlar Belinda’nın düşünceleriydi ama haklıydı belki de. Malvine, Neo’nun yaşadıklarını, duygularını, özlemlerini çok iyi anlayan, derdini dinleyen bulunmaz bir dosttu onun için. Gün içinde meyhanede hazırlıklar yapılırken onlar bir masada oturur, dertleşir, kendi hayatlarından, müşterilerinden, işlerinden konuşurlardı. Malvine, Neo’nun yeniden içine kapanmaya başladığını anlıyor ve ailesiyle bağlantı kurması için akıl veriyordu ona.


Tarabya Tokatlıyan Oteli kış döneminde yaz aylarına göre sessizliğe bürünür, personeli Beyoğlu’ndaki ana otelde görevlendirilirdi. Belinda, bir yıl boyunca yaşadığı, Neo ile güzel ama zor günler geçirdiği Tarabya’dan ve o ahşap evden soğuk bir kış günü ayrıldı. Neo, ikinci kez terk edilmenin acısını Malvine’in desteğiyle aşmaya çalışıyordu. Sonunda eşinin ve kızlarının yanına gitmeye karar verdi. Gitti ve ailesiyle birlikte çok daha mutlu olacağını anladı. İşlerini devretmek ve ahşap evi elden çıkarmak üzere geri döndüğünde Malvine’in Belinda’nın kemancısı Hristo ile evlenmeye karar verdiğini öğrendi. Mutluydu Malvine. 

Yorumlar

Eski semtler, eski ahşap evler ne çok şey anlatıyor değil mi? Çok güzel bir övkü Nurgül.
Nurgül Erdoğan dedi ki…
Teşekkür ederim Işın. O evler, içinde yaşayanlar, yaşananlar. Kimbilir neler neler? Her insan kendi tarihini yazıyor bu dünyada.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yine Tuba Ağacı

Tuba ağacı

Tarabya hakkında yazarken