Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tasarım ve Yetenek

Resim
Moda tasarımcısı üç gencin katıldıkları yarışma için hazırladıkları kıyafetlerin defilesini izliyordum televizyonda. Aslında küçük kızım izliyordu. En çok sevdiğim şey çocuklarımın ilgiyle izledikleri programları, filmleri onlarla birlikte izlemek. O anda aynı şeye konsantre olmak, paylaşmak hoşuma gidiyor galiba. Bana uygun olmayan bir şey olsa bile asla değiştirtmem kanalı, izlerim. Neyse, defiledeki kıyafetlerin çoğu giyilebilecek nitelikte, şahane ve çok özeldi. Her biri özel bir tema seçmişti, ya kendi kültürleri, ya doğa. Sadece kıyafet değil, takıları da kendileri yapmışlardı. Tasarlamak, rengi, kumaşı, diğer materyalleri bulmak, kesime uyarlamak, dikmek, süslemek, sunmak, bunlar benim aklıma gelen kıyafet tasarım işinin aşamaları. Kimbilir düşünemediğim ne gibi süreçler, incelikler, ayrıntılar vardır bu işte. Ne büyük bir emek harcanıyor. Hayatta her iş emek gerektiriyor elbette. Şu anda Sezen Aksu dinliyorum. Onun işi de ayrı bir yaratıcılık, emek. Nasıl da kendimizi buluyor...

Neden böyle?

Resim
Eskiden daha küçük bir çocukken, evimize gelen akrabalar, dostlar arasında sıklıkla konuşulan konu parti meseleleriydi. Annem CHP’li, babam Demokrat Partiliydi. O kadar sıkılırdım ki bu konuşmalardan. Annemin akrabaları ya da arkadaşları geldiğinde CHP, babamınkiler geldiğinde DP’liler çoğunlukta olduğu için her seferinde bir taraf daha üstün gelirdi. Bir itiş kakış gibi gelirdi bu konuşmalar bana. Uçsuz bucaksız, sonu olmayan saçmalıklar gibi. Hele karışık bir grupsa sesler yükselirdi, tartışacaklar sanırdım. Misafirler gittikten sonra bile evdeki farklı parti yaklaşımından kaynaklı olarak bizdeki tartışma devam ederdi. Çocukluğum böyle geçti. Ergenlik döneminde din, felsefe konularına kafa yormaya başladım. Çevremde çok çeşitli görüşlerden o kadar çok insan vardı ki. Her birinden ayrı ayrı etkilendim. Nereden bulduğumu hatırlamıyorum, lisede Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabını okumuştum. Diyalektik Materyalizm ilgimi çekmişti. Hayat görüşümü oluşturmama katkısı old...

Öğrenmenin Yaşı Yok

Resim
Küçük bir çocukken mandolin çalmayı çok istemiştim, kursa gidebilmek için annemi babamı ikna etmeye çok uğraştım. Çok iyi hatırlıyorum, yeşil renkli mika bir cetvelin üzerine lastikler geçirip bir müzik aleti yapmış ve onları tıngır tıngır çalmıştım ve artık herhalde dayanamamışlardı o halime ve kursa göndermişlerdi. Eski ilkokul binasındaki müzik odasında ders veren sevgili müzik hocam  Yavuz öğretmen  beni notalarla tanıştırdı. Bana kocaman ellerimdeki uzun parmaklarımla gitar çalabileceğimi söylemişti. Çok kibar birisiydi, tabi ellerin kocaman dememişti. Ne yazık ki müziğe olan ilgim mandolinle beş altı parçayı çalmayı başarana kadarmış. Devam etmedim. Emeklilikten sonra, bağlama çalmayı çok istedim. İlk müzik kursumdan bu yana aradan geçmiş tam 35 yıl. Bir bağlama alıp başladım, sekiz ay her haftasonu, kızım SBS kursuna giderken, ben de yarım gün bağlama kursuna gittim. Çalabiliyordum. O yaz boyu çalışmalarım devam etti, babama dedemin türküsü “Hey 15’li”yi , abl...

Esinlenmek için

Resim
9 Ekim’de kızımın doğum günü için özel yemekler yapmak istedim ve yine her zamanki gibi google’da araştırdım. Google hayatımızın önemli bir parçası durumunda. Bu yaz birinin köpeğine Google diye seslendiğini duydum. Güzel bir isim. Mantarlı et tarifi ararken bir sürü siteye girip çıktım. Sonunda bir sitedeki tarifi beğendim. Tarifi kopyalayıp kendime e.maille gönderdim. Şimdi o siteyi arıyorum ama bir türlü bulamıyorum. Sitenin genç, işkadını sahibinin nasıl becerikli bir hanım olduğu, sofralarının fotoğraflarından ve tariflerinden belli.   HomeMadeSimple sitesinden bahsetmek istiyorum. Siteyi tekrar iyice bir inceledim. Bizim ülkemizde bu kadar çok becerikli, zevkli ve aynı zamanda pratik kadın varken, anlatmak istediğim site boş ve gereksiz bulunabilir. Türkçesi yok malesef. Amerikan kültürüne ve yaşam tarzlarına göre düzenlenmiş, P&G’nin temizlik ürünlerinin reklamlarının yapıldığı, basit, anlaşılır, sevimli bir site. Amerikalıların hayatı kolaylaştırmak üstüne kurulu yaş...

Dünya Kız Çocukları Günü

Resim
Dizinin üstünde bir bilgisayarla dünyada ne var ne yok ulaşabilmek, benim yaşıma gelmiş bir insan için o kadar akıl almaz bir şey ki, gördüklerim, keşfettiklerim karşısında şaşkınlık yaşıyorum her zaman. Bu sözleri babam söylese daha uygun olurdu aslında. Şu da bir gerçek ki, 1980’de bizim okulda sadece kütüphanede bilgisayar vardı, üzeri delikli kartlar basardı. İşe başladığımda bilgisayarla tanıştım, köşe odada bir tane bilgisayar vardı ve lotus diye bir program yüklüydü. Onunla ne yapılacağına karar verilmemişti, yazılarımız sekreterimiz tarafından ofisteki tek elektronik daktiloda yazılıyordu. Bu nedenle sekreterimiz dairenin başkandan sonraki en önemli şahsiyeti havasında dolaşırdı. Herkes bir şekilde ona muhtaçtı. 1985’ten sonra şu anda geldiğimiz nokta herkesin malumu. Dolayısıyla bu paragrafın ilk cümlesi tarafımdan rahatlıkla yazılabilir. Bugün, Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Kız Çocukları Günü” ilan edilmiş. Ablam sabah radyo haberinde duymuş, kızını, yeğenl...

Hediye

Resim
Bu blogda şu ana kadar yayınladığım yazıları okurken, her zaman değil bazen, şöyle yanıma çayımı kahvemi alayım, keyifle okuyayım duygusu yaşıyorum. Aslında bu duyguyu okuyan herkese yaşatmak istiyorum. Ama yazıların çoğunda özlemin verdiği aşırı hassasiyet, hatta obsesif bir yan olduğunu anlıyorum okudukça. Zaten hayat sıkıntılı, bir de ben kimseyi üzmeyeyim diye düşünüyorum. Bir yandan da, bu blog günlük gibi. Yaşayıp, hissettiklerimi yazmam doğal. Küçük kızımın ilköğretimden beri tanıdığı bir arkadaşı var, ben de çok seviyorum. 16 yaşında. Bu güzel çocuğun güzel yiyeceklere, yemek yapmaya merakı var. Üniversitede gastronomi okumayı planlıyor. Ailesine yemekler hazırlıyor. Bize geleceği zaman yemek konusunda daha bir titizleniyorum. Ama yemek yemeyi pek sevmiyor, çoğunlukla diyette. Kızımla birlikte uzun zamandır, beraber veya ayrıyken yedikleri, beğendikleri yemeklerin, tatlıların fotoğraflarını çekip paylaşıyorlar. Eylül ayında doğum günüydü. Kızım bir telaş, minik minik ...

Reklam

Resim
Bloglarda firmaların pazarlama faaliyetleri kapsamında hazırladıkları reklamlardan, web sayfalarından bahsetmek ne kadar doğru, yasal kısıtlamaları var mı hiç araştırmadım. Benim niyetim kötülemek değil, iyi şeyleri yazmak. Bu da onların amaçlarına ters bir durum olmadığından sanırım sorun olmaz. Olursa çıkarırım blogdan. İlk olarak İstanbul’da Şişhane-Taksim-Hacıosman arasında çalışan metro hattındaki elektronik bilboardlarda yer alan SÜTAŞ ineklerinden bahsetmek istiyorum. Bayılıyorum onlara. Zaten inekleri çok severim. Ne cefakar hayvanlardır, tarlalarda çalışırlar, kağnıları çekerler, eti, sütü, derisi, her şeyi işe yarar. Onlar olmasaydı bebeklerimizi nasıl beslerdik? Beslerdik bir şekilde, zaten ne acayip ürünler çıktı bebek maması pazarında, ama iyi ki var bu hayvanlar. Bu cümleler, ilkokul çocuklarının "ineklerin yararlarını say" sorusuna cevabı gibi olmuş. Neyse, SÜTAŞ’ın bu reklamı metronun açılışından beri var galiba. “Öküzün trene baktığı gibi” sözü ancak bu...

Hikayeler

Resim
"Hayata gelen herkes hikâyeler yaratır bu dünyada. Kimi hikâyeler anlatılsa da, zaman içinde unutulur ve aktarılamaz nesilden nesile. Bazılarıysa ya efsane olur, ya şiir ya da öykü. Sonra belki bir senaryo ve film. Anlatacağım hikâye, belki pek çok kadının yaşadığı türden ama şiir olmuş ve paylaşıyoruz işte.  "1925 yılı baharında Kütahya'da başlamış hayatı Ummahan'ın. Cerrah Ahmet beyin 11 çocuğundan ve ikinci evliliğinden olan dört kızından biri. Daha ilkokulun ilk sınıfındayken duygularını şiirle ifade ederek dikkat çekmiş. "Bir atadan onbir kardeş olan, Dokuzu kız, ikisi oğlan, Kimden diye sorarsanız, O da Ahmet Karaman'dan". Babasını çok küçük yaştayken kaybetmiş. Hâlâ sık sık tekrarladığı gibi öğretmenleri ondan "tahrir vazifelerini manzum" şeklinde yazmasını isterlermiş. Ortaokulda Eflatun Cem Güney edebiyat öğretmenleri olmuş. Hatta Atatürk'ün öldüğü gün derste pencerenin yanına giderek o gür sesiyle "Uçmayın kuşlar, yasımız va...

Rüya

Resim
“Kızımın elinden tutmuş, deli gibi koşuyorum. Sanki arkamızda biri var, ondan kaçıyoruz. O kadar hızlı koşuyoruz ki, çocuğum çok yoruluyor, durmak dinlenmek istiyor. İzin vermiyorum, koşturuyorum çocuğu. Takip eden kim bilmiyorum. Galiba ağaçlar var etrafta, ama biz taşlık, topraklık, zaman zaman kayalık alanlarda hızla ilerliyoruz korkuyla. Çocuğum küçücük. Minicik eli, minicik ayacıkları var. Koşmak zorundayız. Birden bir uçuruma geliyoruz, yol bitiyor. Tahtadan yapılmış bir köprü var önümüzde. Köprü tam ortasından kopmuş, eski, kullanılmıyor. Devam etsek aşağısı uçurum, her şey bitecek. O anda bir şey fark ediyorum, bir umut olabilir mi? Köprünün hemen yanından o uçurumun dibine kadar uzanan düzgün taşlardan yapılmış, güvenli upuzun bir merdiven. Yukarıdan bakıyorum, aşağıda bir küçük köy.” Uyanıyorum. Umutla uyanıyorum. Ne kadar çok rüya gördüm kimbilir. Seneler önce gördüğüm bu rüyayı hiç unutamıyorum. Çocuklarıma anlatıyorum. Çünkü bu rüya bana hayatımın dersini verdi. Yaş...

Tuba ağacı

Resim
“Francielerin avlusundaki tek ağaç ne çamdı ne de baldıran. Dallarından çıkan yeşil sap kümelerinin üstünde sivri uçlu yaprakları vardı. Bu yapraklar sürü sürü, açılmış yeşil şemsiyeleri andırırlardı. Kimileri Tuba ağacı derlerdi buna. Tohumları nereye düşerse düşsün, oradan gökyüzüne erişmeye çalışan bir ağaç biterdi. Çevresi tahta perdeli arsalarda, bakımsız süprüntü kümelerinin arasında büyürdü ve betonda yetişen tek ağaç   oydu. Gürdü, ama yalnızca yoksul mahallelerde biterdi.” (Bir Genç Kız Yetişiyor; Betty Smith; Çeviren: Nihal Yeğinobalı, sayfa 16) Bu romanı yakınlarda bir kez daha okudum. Okumadan çok önce, evimizin etrafında var olan ve kendiliğinden biten dizi dizi ağaçları fark etmiştim. Güneşi görene kadar diğer ağaçların arasından incecik gövdesi uzayıp gidiyor, baharda o uzun dal gibi gövdeden demet demet yapraklar açılmaya başlıyordu. Yan arsadaki gecekondunun sahibi 90 yaşlarındaki iki Karadenizli kardeşin her baharda başlayan domates, fasulye, biber yetişt...