Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çok mu kolay?

Resim
Kızım bilgisayarı kucağında, yaptığım çikolatalı keki yese. Eşim, sıradışı bir şekilde mutfakta telefonda youtube'dan müzik dinlese bangır bangır, o da söylese.  Ben lap top dizimde salonda yazı yazıyor olsam. Yemek yenmiş, şaraplar içilmiş. Çok lezzetli bir soslu patlıcan müjveri yenmiş olsa.  Üstüne, Tchibo'dan alınmış Türk kahvesi ile yapılmış kahve içilmiş olsa. Harika bir tatta olsa kahve.  O sırada, sevdiğin birine alınabilecek en en güzel hediyenin kahve fincanı olduğu gerçeğini algılasan balkonda sigara ile kahveni içerken ve fincanları hediye eden arkadaşını hatırlarken.  Hatta üstüne mutfaktan Türk Ajda bardaklarında Çin çayı gelse salona. Mutfaktan müziğe detone sesle eşlik eden bir ses gelse. "Kimler geldi geçti, hiçbirisi senin kadar sevilmediiiii" Bilmem ki bu gece sen de sarhoş musun? Bu yolda dönüş yok sen bilmiyor musun? Bu bloga adını veren mastera giden kızımdan hep iyi haberler alsam. Evi sıcak olsa, üşümese, hasta olmasa, arkadaşlarıyla ...

Benim İstanbulum

Resim
Dünkü Hürriyet Pazar ekinde “Hayatınızda bir kere olsun İstanbul’da mutlaka yapmanız gereken 50 şey” başlıklı bir yazı okudum. Yaptıklarım var, yapmadıklarım var. Ben de 18 yıldır yaşamakta olduğum bu şehirde nelerden hoşlanıyorum, neler yapıyorum diye düşündüm ve yazmak istedim. İşte benim mütevazi listem: 1)     Tarabya Yeniköy arasında tempolu bir yürüyüş ve dönüşte Tarabya sahildeki Mado’da oturup Türk kahvesi içmek. 2)     Arnavutköy Rumelihisarı arasında yürümek ve kahve molası. Rumelihisarı'nın surlarından karşıyı seyretmek. 3)     Ortaköy’de bir kahvehane’de arkadaşlarla okey oynamak. Bunu geçen hafta yaptım ve kendi açımdan Ortaköy’de yapılabilecek en hoşuma giden şeyin bu olduğuna karar verdim. Çocuklar küçükken oyun parkında onları oynatmak da güzeldi. 4)     Beşiktaş’ta pişi yapan kafede kahvaltı etmek. 5)     Sarıyer’de balıkçı iskelesinde kahvaltı yapmak ya da kahve içmek. ...

Menapoz

Resim
Neden bilgisayarda işim bitince hemen kapatıyorum. Çocuklarım hiç kapatmıyorlar. Yeşil ışık hep yanıyor. Kızıma “bilgisayarın açık” dediğimde, “anne uykuda şu anda, ablam da hiç kapatmıyor” diyor. İnternette gezinirken de işimin bittiği sayfayı hemen kapatırım. Sign out yapar çıkarım. Açık kalsa ne olur? Ne olur sanki? Kafam mı karışıyor, yok öyle bir şey. Kızlarım onlarca sayfa açık halde internette dolaşıyorlar. Birlikte ekrana baktığımız durumlarda kendimi tutamayıp, kızım kapatsana şu sayfaları diye karışmadan edemiyorum. Çocuklar büyüdükçe artık annelerini beğenmiyorlar. Bu karışmalar canlarını sıkıyor. Ben de öyleydim. Jenerasyon farkını iyi anlamak gerekiyor. Özellikle annelerin anlaması gerekiyor. Çocukların anlamasını, anlayışlı olmasını beklemek hata. Onlar kendilerinin, kendi geleceklerinin derdine düşmüş durumdalar. Kendilerini çevrelerine kabul ettirmek, arkadaşlıklar, büyüme zorlukları, hiç hiç bitmeyecekmiş gibi görünen sınavlar, gelecek kaygıları ve daha neler nele...

St. Petersburg ve Moskova

Resim
Evden çıkmadan önce kitaplığa gidip Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının birinci cildini aldım, bavulun önüne yerleştirdim. Uçakta okumaya başladım, yolculuk sırasında da fırsat buldukça okudum. İkinci cildini henüz bugün tamamlayabildim. Çok önceden okuduğum İnsancıklar romanından, anlatımından, Rus insanlarının hayat tarzlarından, kadınlarının gücünden, aile içindeki kadın egemenliğinden etkilenmiştim. Dostoyevski fakir insanları anlatıyor okuduğum iki romanında da. Savaş ve Barış gibi şaşaalı saray yaşantısı yok. Dostoyevski'nin çalışma odası Yemek Odası Dostoyevski'nin eşinin çalışma odası St. Petersburg’a Dostoyevski gözüyle bakmak istedim. Onun şu an müze olan mütevazi evinin odalarında adım atarken, fotoğraflarını incelerken nasıl bir ruh hali içinde romanlarını yazdığını düşünmeye çalıştım. Neden genel olarak St. Petersburg’un nispeten fakir semtlerinde ev kiraladığını anlamaya çalıştım. Evinin hemen yanıbaşındaki küçük kahvehaneye belki o da buraya g...

Soğan

Resim
Yemek işi benim işim olmaya başladığından son zamanlara kadar soğan doğramaktan hiç hoşlanmadım. Sanırım 10 civarında doğrama makinesi eskitmişimdir. Parmak izimi oluşturan çiziklerden, tenimin özelliğinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm, elimden bir türlü geçiremediğim kokusu yüzünden sevmiyordum bu işi. Eldiveni de şimdiki kadar çok kullanmıyordum. - Şimdi de eldiveni çıkardığımda elimde kalan kokudan hiç hoşlanmıyorum.- Bir de hep zaman sınırım oldu, devamlı bir yarıştaymışım gibi koşturdum hayatım boyunca. Dokuz altı mesaisi, iki tane çocuk, kalabalık bir sülale. Yemek yaparken sadece doymak, doyurmanın ötesinde sağlıklı ve leziz, zevkle yenen yemekler yapabilmek zaman gerektirdiğinden genellikle haftasonları uğraşabiliyordum. Soğan doğrama zaman kaybı gibi gelirdi. Soğan neden neredeyse her yemeğe doğranıyor diye düşünmüşümdür. Ama her yemeğe. Sağlık ve lezzet kattığından tabi ki. Araştırmak lazım bunu, kimyasal bir açıklaması da olabilir. Özellikle emeklilikten sonra, yem...

Babayla tatil

Resim
Babamın ikinci dönem yaz tatili benimle birlikte geçiyor. Önce Ünye’ye gitti. Sonra bana geldi. Bugün bilgisayar açıkken yanyana oturduk, çay içiyorduk. Annemin Ordu Boztepe ile ilgili yazdığı şiiri aklına geldi, büyük bölümünü ezbere okudu, bazı dizeleri hatırlayamadı. 87 yaşında olup bu kadarını hatırlaması bile harika. Bilgisayarda annemin sesinden kayıtlı Boztepe şiiri vardı. Onu açtım. Çok sevindi. Bir de diğer şiirini açtım, doğumla ilgili olan. Dinledi iki üç kere. Biraz üzüldüğünü hissettim. Allah’tan kendisini affetmesini diledi. Hatalıydım dedi. Bu şiiri ve hikayesini blogda 2012 Ekim ayında “Bir Hikaye” başlığıyla yayınlamıştım. Babacığım bir yandan dört yıl önce vefat eden eşinin sesini duymaktan, bilgisayarın nasıl da iyi bir alet olduğundan ötürü mutlu oldu, bir yandan da üzüldü. Hiç istememiştim bunu. Şimdi “ahh yalan dünya” diye iç çekiyor. Neyse, güneş gitsin de yürüyüşe çıkalım, açılır o zaman.

Nerede kalmıştık?

Bilgisayarıma kavuştum. Nokta işareti koymak için space’e iki kez basmam yeterli olcakmış gibi bir yanılsamaya kapıldım. Word’de yazı yazmayalı çok olmuş, iphone’a alışmışım. Nokta koymak için space’e iki kez basılmasının yeterli oldugunu da geç keşfetmiştim zaten. New York yazısından sonra niyetim Washington hakkında yazmaktı. Sırf bu amaçla Dan Brown’ın ıcığıyla cıcığıyla Washington’ın her şeyini anlattığı “Kayıp Sembol” kitabını yeniden okumaya başlamıştım, doğru bilgileri doğru sıralamayla vereyim blogda diye. Araya Gezi olayları girdi. Birbuçuk aydır nasıl da gündemimizde Gezi olayları. Harika bir gelişme oldu. Bir de ölümler, yaralanmalar olmasaydı! “Kayıp Sembol”ü bir kez daha okuyup tamamlayamadım. Yeni kitabı “Cehennem”e de başlayamadım. Dan Brown’ın tur rehber kitabı gibi oluyor kitapları. Bu sefer İstanbul da tanıtılıyormuş. Bu arada başka kitaplar okudum. Şu anda Emrah Serbes okuyorum. 1981 doğumluymuş. 80 kuşağı. Gezi olayları sayesinde ne çok şey incelendi, sosy...

Taksim, Gezi Parkı

Resim
Çok genç bir kız; İstanbul’da iyi bir eğitim alıyor. Her sabah okula giderken yaptığı gibi marka parfümünü sıkıp arkadaşlarıyla buluşmak üzere evden çıkıyor. Gün içinde arkadaşlarımlayım, kafedeyim, sinemadayım diyor. Ama anne endişeli, gösterilere gidebileceğinden, başına bir iş gelebileceğinden korkuyor. Üstelik anne baba Gezi Parkı için bunca değişik kesimden insanın bir araya gelmesinden mutlu olmuşken, umut dolmuşken kızları için endişe duyuyorlar. Her zaman gideceği her yere götürüp getiriyorlar. O gün akşam eve geleceği zaman da gidip alıyorlar. Belki fazla korumacı kollamacı bir tutum içinde oldukları konusunda da durumlarının farkındalar. Genç kız gelince anlatıyor neler yaptığını. Sabah biber gazına önlem olarak evden şallar alıp çıktığını, arkadaşlarıyla buluşup Beşiktaş’a gittiğini, gösterilere katıldığını, olabilecek yaralanmalara karşı koluna kan grubunu yazdığını, sloganlar attığını, yürüyüş yaptığını... Ne yapılabilir ki, ne aferin diyebiliyorlar, ne kızabiliyorlar, ...

New York, New York

Resim
Şu anda Frank Sinatra’nın New York New York şarkısını açtım You Tube’da, onu dinleyerek yazmaya başladım. “I wanna wake up in a city, that doesn’t sleep....” diye söylüyor. Uyumayan şehirde uyanmak istiyorum diyor. Ne canlı bir şarkıdır bu böyle. New York’u görmeyi çok istiyordum. Brooklyn Köprüsü’nün bir fotoğrafını ajandamın ilk sayfasına, her elime aldığımda  görebileceğim şekilde yapıştırmıştım. Bu köprüde yürümeyi hedeflerimden biri olarak belirlemiştim kendime. 2012 yılında bu hedefimi gerçekleştirdim. Büyük kızımı okuluna yerleştirdiken sonra küçük kızımla birlikte New York’a gittik. Bir hafta kaldık. Brooklyn Köprüsü’nde yürüme hayalimi gerçekleştirdim böylece. Bu sene büyük kızımın okulu tatil olunca New York’a gitmeyi teklif etti bana. O Chicago’dan geldi, ben buradan gittim. New York’ta buluştuk kızımla. Anlaşılan bu uyumayan şehirde uyanmayı o kadar yürekten istemişim ki, bir yıl içinde ikinci kez gitmek mümkün oldu. Bu kez Brooklyn Köprüsü üzerinde yürü...

Doğum, Anne Olmak

Resim
Yaklaştıkça doğumun gözlerin hep takvimde Gündüz hayalinde gece düşünde İçinde bir alem var seziyorum hep bunu Meraktasın her an ne olacaktır sonu Alem böyle çoğalmış bin türlü zahmetlerle Kimi bahtiyar olmuş kimi bin türlü dertle Dilerim bekliyordur seni çok mutlu günler Dolu olsun yüzünde en tatlı gülücükler Nihayet geldi beklediğimiz gün Sen de anne oldun mutlu ol, övün Ömür boyu mutluluk, eviniz şen olsun Tekrar tekrar söylerim bu günün kutlu olsun Bu şiir sevgili rahmetli anacığımın, ilk doğumumda bana yazdığı şiir. İlk iki kıtasını doğumdan önce yazmış, son kıtayı doğumdan sonra. Ve bana 26 Şubat 1989 tarihini ve imzasını atarak hediye etmişti. Canım anacığım. Bana, anneliğe ve aileye verdiği değeri ve sevgiyi anlattığı bu şiirin sonsuz kıymetteki anlamını bugünkü aklımla daha iyi algıladığımı düşünüyorum. Aynı zamanda kendi çocuğunun her zaman mutlu olması ve evinde ailesiyle şenlik içinde bir yaşam sürmesi dileklerini de ne güzel ifade etmiş. ...

Tarabya Belgrad Ormanları

Resim
Geçen haftasonu küçük kızımı Hacıosman Metro İstasyonu'na bıraktıktan sonra, uzun zamandır yapmayı istediğimiz bir şeyi nihayet gerçekleştirdik. Tarabya'ya yerleşeli  5 sene oldu. Onun öncesinde de Tarabya yokuşunun başında başlayıp, Ferahevler ayrımına kadar devam eden ormanın yanından defalarca geçmişizdir. Bu orman her zaman ilgimizi çekti ve içine girip yürüyüş yapmak bu zamana kısmet oldu. Ormanın girişinde görevliler var ve arabayla giriş yasak, çok doğru bir karar tabi. Hem arabanın zararlarından korunmuş hem de sanırım piknikçilerin malzemeleriyle içeriye girişini bu şekilde engellemişler. Bu kadar yapılaşmanın içinde bu denli bakir bir orman alanıyla karşılaşabileceğimi tahmin etmemiştim. Biz arabayı Ferahevler'e park edip, Ferahevler tarafındaki bekçisi olmayan küçük kapıdan girdik ormana. Sokak köpekleri şirin ve ürkek halleriyle karşıladı bizi. Ama biraz ilerde kırık bira şişeleri ve yanmış odun, kömür kalıntıları gördük. Ormanda kötü olan tek şey buydu...